|Kirpiklerinden öpmeli seni.
"Yalnızca bir günah vardır, tek bir günah. O da hırsızlıktır. Onun dışındaki bütün günahlar hırsızlığın çeşitlemesidir. Bir insanı öldürdüğün zaman, bir yaşamı çalmış olursun. Karısının elinden bir kocayı, çocuklarından bir babayı almış olursun. Yalan söylediğinde, birinin gerçeğe ulaşma hakkını çalarsın. Hile yaptığın, birini aldattığın zaman doğruluğu, haklılığı çalmış olursun. Anlıyor musun?"
Jungkook kucağında yer edindiği yerden okumasını bitirdiğinde Taehyung dolu gözleriyle ellerini birleştirip belinden tutarak yüzünü kendine çevirip alnından öperek gülümsemişti.
"Başardın."
Bir babanın gururuyla omuzlarına dokunmuş bir annenin şefkatiyle sarılmış ve bir sevgili gibi dudaklarına minik bir tebessüm kondurmuştu.
"Senin sayende hyung, sen olmasaydın hiçbir şey yapamazdım."
Jungkook elindeki kitabı bırakıp baş parmağıyla dolmuş olan gözlerin hemen altında yer edinen morlukları okşayıp kirpiklerinden öpmüştü.
"Biliyor musun, öpülesi en güzel yer kirpiklerdir. Onca yükü taşırlar, yine de bir kaçı meydanı terk eder."
"Jungkook ben seni hak edecek nasıl bir iyilik yapmış olabilirim? Güzelliğine, varlığına saatlerce ağlamak istiyorum."
"Hyung ağlamak güzeldir. Ancak sen hep mutluluktan, aşktan ağla olur mu? Keder düşmesin omuzlarına. Hayat hiç yormasın seni. Ben düşsemde sen hep ayakta kal."
"Böyle söyleme, beraber düşüp beraber kalkalım. Hem ben güçlü biri değilim. Düşersem kalkmam zaman alır küçük."
"Bugün konserin var, en önden seyredeceğim."
"Sanırım ikinci kez ellerim birbirine dolanacak. Bana zararlısın."
"Huh?" Küçük olan bir şey anlamadığında Taehyung hafifçe yanağını sıkarak konşmaya devam etmişti:
"Seni seviyorum Jungkook, sadece bundan bahsetmek istedim."
-
Jungkook üzerindeki pastel mavi takım elbisesinin yakalarını düzelterek kol düğmelerini iliklemiş ve kahve, hafif kıvırcık saçlarına birkaç dokunuş yaparak Taehyung'un parfümünden bir kaç kez sıkmıştı.
Onun gibi olmuştu.
Salona ilerlediğinde oldukça kalabalık, hemen hemen her kesimden bulunan insan topluluğunun arasından sıyrılarak önlerdeki masalardan birine geçmişti.
Oradaydı işte.
Ay gibi parlıyor, Güneş gibi yakıyordu Jungkook'u.
Parlak irisleri, yoğun kahvelere buluştuğunda dolu gözlerinin arkasından ince bir tebessüm ederek dudaklarını oynamıştı.
Onların kelimelere asla ihtiyaçları olmamıştı.
"Seni seviyorum güneşim."
Taehyung ince dudaklar arasından anladığı şeylerle gülümseyerek fısıldamıştı.
"Bana, sadece bana ait bir çiçeksin meleğim."
Sesler kesilmişti o an, susmuştu kötülükler. Ağlayan çocuklar gülümsemiş, Ay ile Güneş buluşmuştu sonunda. Anneler çocuklarına kavuşmuş, masum bebekler sonsuz bir uykuya dalmıştı. Savaş, kan, gözyaşı bitmiş gökyüzünden beyaz çiçekler yere düşmüştü.
Kar taneleri yeşil parlaklıkları öpmüş, tüm dünya barışa kadeh kaldırmıştı.
Jeon Jungkook... Kim Taehyung'un en büyük zaferi olmuştu.
Gözleri yorgundu esmerin. Zira olur da Jungkook'un her hangi bir zerresinin ayrıntılarını unutur diye korkmuş, saatlerce izlemişti sevgilisini.
Utanıyordu bu kelimeden.
Sevgili neydi ki? Jungkook sevgilisi değildi.
Asla olamazdı. Jungkook çok farklıydı. Kelime bulamıyordu buna.
Eğer küçük senin için ne ifade ediyor deseler, sevgili diyemezdi.
Zira Jeon Jungkook Ay'dı, Güneş'ti, aşktı, zaferdi, beyazdı... Kelimeler yetmez, zaman tükenirdi.
Son tuş ellerinin arasından naif bir sesle ayrıldığında ayağa kalkarak eğilmiş ve onu alkışlayan insanlara minnettarca gülümseyerek gözlerini ona teslim etmişti.
Ayakları onu terk edecek diye bir anlığına korkmuştu. Öyle ki onun kendisine teslim gözleri dizlerini titretiyordu.
"Çiçeğim, benimle gelir misin? Sana göstermek istediğim bir şey var."
Küçük olan gülümseyerek başını salladığında Taehyung iri gözlerini kendisne nazaran küçük gözlerden istemeye istemeye çekerek elini tutup merdivenlere doğru ilerlemişlerdi.
Her bir adımda heyecandan elleri titriyordu.
Sonunda mavi demir kapıya ulaştıklarında Taehyung geriye doğru iterek önce küçük olanın geçmesini sağlamış ardından da kendi geçerek arkalarından kapatıp kilitlemişti.
Onların özel anlarını kimsenin görmesini istemiyordu.
Taehyung ilk kez bu kadar kıskançlık yapıyordu hayatında. Öyle ki hayranı olduğu Frédéric Chopin'in özel yapım plakını kazanan genci bile kıskanmamıştı. Taehyung her zaman kendi halinde yaşayan basit ve sıradan biri olmuştu. Ancak hayatına giren bu genç onun yirmi dokuz yıllık sıkıcı hayatına bir son vermiş, yeniden doğmasını, yaşamasını, hayatı tatmasını sağlamıştı. Boşuna ona melek demiyordu. O gerçekten bir melekti.
Hazırladığı-bunları tek başına yaptı- koltuğa geçerek küçüğü de yanına oturtmuş ve üzerlerine kalın bir battaniye çekerek kolunu omzuna atıp kendine çekmişti.
Şehir manzarası yoktu, betonlar, sahte ışıklar, kalabalık gürültüler yoktu.
Sadece çiçeği ve kendisi vardı. Sek kırmızı şaraptan bardağa doldurarak ona uzatmış ve gülümsemişti.
Önlerindeki yüksek agaçların sarmaladığı dağlar, yıldızlar ve ay ile parlarken Jungkook ise büyülenmiş bir şekilde manzarayı izliyordu, kendisinin Taehyung için en muhteşem ve özel manzara olduğunu bilmeden.
"Beğendin mi?"
"Taehyung bu... Çok güzel."
"Sen daha güzelsin ama."
"Hey, şunu yapma." Jungkook utanarak kafasını başka tarafa çevirdiğinde Taehyung kendini tutamayarak kıkırdayıp yanağına tatlı bir öpücük kondurmuştu.
"Jungkook, gözlerinden mahrum etme beni."
Taehyung elini çenesine atarak hafifçe başını kendine çevirdiğinde gördüğü dolu gözlerle içinde bir şeylerin öldüğünü hissetmişti.
"Jungkook, seni incittim mi bilmeden?"
Taehyung bir kaç dakika önce söylediği cümleleri düşünüp kalbini kıracak ne söylediğini hatrına getirmeye çalışırken dudaklarına temas eden sıcaklık gözlerini yavaşça kapatmıştı.
"Ç-çok güzelsin Taehyung, beni o kadar güzel seviyorsun ki ağlamak istiyorum varlığına."
"Ben de çiçeğim, ben de senin güzelliğine varlığına ağlamak istiyorum."
-
Sizi seviyorum güvercinler, mavi kalın💙🥀
ŞİMDİ OKUDUĞUN
the pianist 'tk ✓
Fanfictionİnsanların kısa süreliğine kullandığı bu sokaklar, Jeon Jeongguk'un eviydi. başlangıç: 04.11.2018 bitiş: 30.11.2020