-8- 3 NUMARA (baş ağrısı)

12 4 0
                                    

Aile,
Ne kadar kutsal bir sözcüktür...
Kolay kolay yıkılmaz, yıkıldı mı toparlanmaz...
Öyle bir girdabın içine düşştü ki bizim aile bağlarımız, kurtarmıyorduk paçayı.
Sessizce süzülüyordu her can sonsuzluğa. Anne neydi ?
Anne candı. Sevgiydi.
Oysa benim için hiç böyle duygular yaşatmamıştı anne sözcüğü.
Acıyı vermişti bana, kırılganlığı, güçsüzlüğü,
Bin bir parçası savrulmuş kalbi anlatırdı da annem. Sevgiden hiç bahsetmezdi...

Müjgan teyze odama gelip açık kapıdan içeri girdiğinde kapattım bilgisayar ekranımı. Ozan Simay'ın odasında sonu gelmeyen bir uykuya dalmış, bense halen üzerimde olan şaşkınlığı sayfalara dökmeye çalışıyordum. Yatağımın ucuna süzüldüğünde Müjgan teyze, bana da gelmem için işaret verdi. Başımı sallayarak onun yanına oturdum.

"Ne oldu sana güzel yavrum ? Bak geldi ne zamandır yasını tuttuğun deli oğlan. Gülsene birazcık, ne bu surat ? Ne bu göz yaşları ?"
Başımı omzuna koydum. "Annem," diyebildim sadece. Gerisi acı veriyordu.

Gülümsediğini hissettim Müjgan teyzenin. Elini yavaşça havaya kaldırıp saçlarıma götürdü. "Anneler... Ah o anneler, ha bir bilsem ben o annelerin günahlarını ?"
"Bizi çağırmış." Sesim buz gibiydi.

Müjgan teyze derin bir nefes alıp kendini benden uzaklaştırdı. Yüzüme baktığında gülümseyerek araladı dudaklarını. "Arif abin, benden habersiz üniversite tercihi yaptığında çok sinirlenmiştim."
Gözlerimi kapattım. Gidiyorduk yine eskilere, zararı yoktu. Severdim Müjgan teyzenin geçmişten bahsetmesini.

Yutkundu. "O sandı ki, üniversiteye gideceği için kızgınım. Evlat kafasıyla bu kadar oluyor işte, siz ne anlarsınız ana yüreğinden bilmem ki."
Gülümsedim. O ise anlatmaya devam etti. "Sıpa, taa Erzurum'dan yapmış tercihini. Sinirliydim, çünkü bir anne yavrusunu yanındayken bile özler. Yavru ise inadına der gibi anneden uzaklaşmaya çalışır. Ama kolaydır anaların gönlünü almak. Bir özür, belki bir çiçek bile değil. Bunun nedeni ne biliyor musun ?"

Hayır dercesine kafamı salladığımda yine gülümsedi. "Anneler her ne kadar sinirli olursa olsun, evlatlarının hasretine dayanamaz. Belki o an çok vicdansız bir kadın gibi içinde ne varsa çocuğuna kusmuş olabilir. Ama sevmezler evlatlarından uzak kalmayı. Dayanamazlar buna, şimdi sen güzelce hazırlan annenin davetine. Kocası olursa olsun kimin umurunda ? Hatasız kul var mıdır ki bu dünyada ?"

Müjgan teyze beni rahatlatmıştı. Gülümseyerek sarıldım ona, bu kadında olmasa başımızda ne halt yiyecektik kim bilir.

SİMAY DOĞAN:

Devasız baş ağrısı !
Sabahtan beridir, içimi yiyordu bu lanet !
Öğle arası olduğunu söyleyerek herkesin dağılmasını fırsat bilip başımı kollarım arasına alarak çalışma masasında uyku pozisyonu aldım.

Oturduğum ofis sandalyesi ben hareket ettikçe gıcırdıyordu ve bu baş ağrımı arttırmaktan başka bir halta yaramıyordu !

Telefonumdan yükselen ardı arkası kesilmeyen mesaj seslerini umursamamaya çalıştım. Acayip uykum vardı, başım ağrıyordu, üşüyordum, ve dahası evde değil şirketteydim ! Bir gün daha ne kadar çekilmez olabilir ?!

Yankı yapan ayak sesleri sinirimi bozmaya başlamıştı. Bay ismi lazım olmayan patronun odası hemen karışımdaydı ve kapının açılıp kapanma seslerini duyuyordum. Ayak sesleri gittikçe yaklaştığında başımı kaldırdım. Masama kadar yürüdü, yürüdü, yürüdü... Geçip gitti.

HARİKA

Şu lanet olası günde güzel bir olay yaşamak gözlerimi yaşartıyor. Asansörün yukarı çıkarken çıkarttığı sesleri duyuyordum şimdi. Dınt! Dınt! Dınt!
Hepside çok sinir bozucuydu. Kısa bir süre sonra asansör bulunduğumuz kata gelmiş olacak ki sesler kesildi. Kapısı açıldı ve... "Yemeğe gelmiyor musun ?"

"Hayır !"

Kapı kapandı ve bu sefer asansörün aşağı inerken çıkardığı sesleri işitmeye başladım. Bu neydi şimdi ?!
Hiç uğraşmadan gitmesini yadırgıyordum sanırım. Ama bir yerde hoşuma gitmişti bu durum. Gülümseyerek başımı ikinci kez kaldırdım.

Etrafıma bakındım. Gerçekten gitmişti. Belkide artık o da sıkılmıştı ve beni sıradan bir çalışan gibi görmeye başlamıştı. Güzel.
Başımın yoğun ağrısıyla yeniden uyku pozisyonu alıp gözlerimi kapadım.
Aniden saç diplerime kadar ağrının yayılmasıyla inledim. Bulunduğum katta kimse olmadığı için içim rahattı.

"Baş ağrısına sıçayım."
Çok kötüydü ! Sanırım izin almak zorunda kalacaktım. Bu ağrıyla bir gün bitmezdi. O an duyduğum kapı kapanma sesi ile irkildim. Arkama döndüğümde aşağı inmekte olan asansörü görmek gözlerimin büyümesine neden oldu. Acaba kime rezil ettim kendimi !

Suratımı buruşturarak önüme döndüm. O olabilir miydi ? Ama neden beklesindi ki ?

Ölmek istiyorum.

Başımı yeniden masaya koydum. Bu kez hiç bir şey duymadan gözlerimi kapatmak istiyordum. Ta ki yukarı çıkan asansör sesini işitene kadar. Her ne kadar umurumda olmasada çıkan kişinin ayak sesleri direk benim masama doğru geliyordu.

Kısa birdirler sonra masama geldiğinde başımı kaldırıp kim olduğuna baktım. Tanımıyordum bile, benim gibi bir çalışandı muhtemelen. Patron bozuntusunun olmaması rahatlamama neden olmuştu. Çocuk elindeki tepsiyi masama koydu, ama beni asıl şaşırtan masama koyduğu yemek tepsisi değil çocuğun söyledikleriydi.

"Aksel bey sizin için gönderdi, meyve suyunun içinde baş ağrısı için etkili bir ilaç varmış. Eğer rahatsızlığınız geçmezse gidebilir mişsiniz."

3 NUMARA -ÇOCUKTUK-Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin