Baktigim camdan evimi izliyordum. Hayatımda sadece bana ait olan tek varlığı. Polisler evimi arayıp gideli yarım saat olmuştu. Bende acizce evimin aranmasını uzaktan izlemiştim. Ağrıyan başımı cama yasladım. Çatı katındaki odadaydım. Tan buradaki camların tümünün filmli olduğunu endişelenmememi söylemişti. Ayağımın üzerinde duran buza baktım. Eve koşarken kaldirima vurmuştum. Ayağımın üstü komple morarmıştı. Bunu gören Tan umursamaz bir tavırla dolapta buz var git al demişti. Nasıl biriydi bu adam? Iyi miydi? Kötü müydü? Beni odaya gönderdiğinden beri yanıma gelmemişti. Ona ne kadar güvenebilirdim? Ağırlaşan göz kapaklarımı cama çarpan sinirli yağmur damlalarına bakıp kapattım.
. . .
Gök gürültüsüyle elim kalbimde uyandım. Saate bakmak için etrafıma baktım ama bu lanet odası odada yataktan başka hiç birşey yoktu. Yatağa ne zaman yattığımı hatırlamıyordum. En son camın önünde yerde oturuyordum. Telefonumda arabada kalmışti. Öğlen saatleri olduğunu düşündüm. Hava hala boğuktu. Güneş görünmüyordu. Aklıma olanlar geldiğinde yere çöküp hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladım. Göz yaşlarım sel gibi akıyordu. Dışarıdaki havadan bir farkım yoktu. Elimle yerdeki parkeleri yumruklamaya başladım. Umutsuzdum. Çaresizdim. Polis gelene kadar olayın ciddiyetini anlamamıştım ama artık anlayabiliyordum. Tabii kafamda yine cevaplanmamış sorular vardı. Kendimden geçtiğim sırada arkamdan gelen beden bana yaklaşıp kollarını belime sardı. Çenesini saçıma bastırıp belimdeki kollarının sıklığını arttırdı.
"Ağlama kalk hadi. Ne yapacağımızı düşünmemiz lazim."
Beni ayağa kaldırmaya çalıştı. Ayaklarımın üzerinde durmama yardım ettiğinde yüzümü iki elinin arasina aldi. Hızla akan gözyaşlarımı baş parmaklarıyla sildi. Bana şefkatle bakıyordu. Gözlerim kaşına kaymıştı. Sol kaşındaki dikey jilet izini gördüm. Bunu yeni mi yapmıştı? Yoksa ben mi yeni görmüştüm? Bu yarı aydınlık odada onu daha çok incelemek için zamanım olmasını çok isterdim ama asla bu koşullarda değil...
"Acıktın mı?"
Yemek yemek şuanda düşüneceğim en son şeydi. Ama güçlü durmalıydım. Her hangi bi durumda hazırlıklı olmalıydım. Kafamı evet anlamında salladım. Bana arkasını dönüp ilerleyen bedenini takip ettim merdivenlerden inip ikinci kata geçtiğimizde burada dört kapı vardi. Koridorun en sonundaki kapıya doğru yürüdüğünde hala onu takip ediyordum. Duvarlarda birçok tablo asılıydı ki bence bunlar aynı ressamın tablolarıydı. Tarzından anlaşılıyordu. Üniversite hayatım boyunca mimarlık okuduğum halde zorunlu sanat dersleri almıştım. Tablo yorumlamak konusunda mükemmel sayılmazdım ama ressamların anlatmaya çalıştıklarını anlayacak kadar bilgiliydim. Eve ilk girdiğimde burada hiç yaşamadığını düşünmüştüm. Salon sade ve neredeyse boştu, çatı katındaki oda ne kadar muhteşem bir oda olsada sadece içinde çift kişilik bir yatak barındırmayı hak etmiyordu. Orası muhteşem bir şekilde değerlendirilebilirdi. Kapının önüne geldiğimizde kapıyı açıp bana avuç içini açarak içeriyi gösterdi.
"Duş al bu seni rahatlatır."
Yine emirli cümleler başlamıştı. Ne bekliyordum ki? Karşımdaki adamı bir günde çözmeyi mi? Gözleriyle küvetin yanındaki dolabı işaret etti.
"Orada dolabın içinde havlu var. Sen uyurken bavulunu getirdim." Eliyle banyonun çaprazındaki odayı işaret etti. " Bu odaya koydum. Sen rahatça hazırlan ben aşağıda olacağım. Sen hazırlanırken yiyecek birşeyler alacağım."
Arkasini dönüp içine derin bir nefes çekti. Yürümeye başladığında. Ağızımdan zorla çıkmaya çalışan cümleyle durdu.
"Telefonum nerede? Arabada kalmıştı. "
Elini yumruk yapıp sıktı. Anlamadığım bir şekilde sinirlenmişti.
"Sen anlamıyorsun galiba. Ne telefonundan bahsediyorsun!? Telefon kullanamazsın şuan." Derin bir nefes alıp gözüme daha dikkatle bakmaya başladı sanki gözlerimin içinde birsey arıyordu. "Telefonunu kapadım." Yanıma yaklaşıp eliyle kolumu tuttu. Güven verircesine ses tonunu alçattı." Birini aramak istersen benden ararsın. Şimdi rahatla ve duş al."
Kafamı sallayıp kapıyı kapadım. Zaten birşey söyleyecek gücüm yoktu. Sol tarafımda ki uzun lavaboda kullanmadığım bütün bakım ürünlerim vardı. Hiçbiri açılmamıştı. "Allah belanızı versin." Lavabonun üstündeki kocaman aynada yansimama bakip dudaklarımı kemirdim. Acaba daha nelerimi biliyorlardı? Tam arkamda duran yuvarlak küvete baktım kuvetten çok bir jakuzi gibiydi ve onu yanında duşakabin vardı. Bir tanesi neye yetmiyordu. Bu banyo fazlasıyla görgüsüzlük içeriyordu. Dönen başımla hızla ellerimi lavaboya yasladım. Kendime gelmeyi bekleyip arkamdaki kuveti ya da jakuzi her neyse dolması icin suyu açtım. Kaynar suya girmek istiyordum. Üzerimi çıkarıp ayaklarımı dolan suya soktum. Tüylerim diken diken olmuştu. Gerilen kaslarım kendini rahatlatmıştı. Saçımı elime attığımda tokamın orda olmadığını farkettim. Kendimden haberim yoktu. Sol kulağımdakı zincir küpeyi çıkarıp yere fırlattım. Vücudumu tam anlamiyla kaynak suya bıraktım. Kalbimden büyük bir oh çekmek geçsede beynim buna asla izin vermiyordu. Uzandığım kuvette omuzlarına kadar gelen suyu kapadım. Başımı arkamdaki yumuşak başlığa yaslayıp etrafımı inceledim. Çok düzeniydi. Bu çocuk ya başak burcuydu ya da hayatındaki kadın çok düzeniydi. Hoş hayatindaki kadın beni öğrenince ne yapacaktı acaba. Ben olsaydım Tan gibi bir erkeği asla başıboş bırakmazdım. Kendime aciyarak derin bi nefes aldım. Yaşadıklarımı umursamayarak hala neler düşünüyordum. Sol tarafimdaki raftan şampuana uzandım. Tabii bu benim kullandığım şampuanın aynısıydı. Rafta benim kullandığım şampuan ve duş jelinden farklı olarak hiçbişey yoktu. Onun banyosu burası değildi. Odasında bir tane daha olmalıydı. Birden kapı tıklatıldığında derin düşüncelerimden sıyrıldım.
"Aşağıda seni bekliyorum. Çabuk ol."
Ayak sesleri uzaklaştı. Bu ne dengesizlikti? Daha içeri girmeden rahatına bak demişti. Küvetin tıkaçını acarak pis suyun gitmesini bekledim. Daha sonra vücudumun her zerresini sanki bir daha yıkayamayacakmışım gibi temizledim.
Havluyu önce saçıma takıp diğer havluyla bedenimi örttüm. Yerde duran terlikleri farkedip onlara doğru yürüdüm. Herşey en ince ayrıntısına kadar düşünülmüştü. Aynaya doğru yürüyüp. Diş fırçasını yeni kutusundan çıkarıp dış macunuyla buluşurdum. Ağlamaktan ağzımda tuzdan farklı tat yoktu. Kapıya doğru yürüyüp açtığımda kapıyı kilitlemediğimi farkettim. Aferin bana... Kapıdan kafamı çıkarıp boş koridora baktım. Bavulumun olduğu odaya yöneldiğimde oda nefesimi kesmişti. Tam karşımda evin diğer kısımları gibi tüm duvar camdı. Komple cam duvarın üstünden siyah bi zebra perde sallanıyordu. Sol tarafımda ki büyük beyaz dolap cam duvarın manzarasını kapatmayacak şekilde boydan boya duvarı kaplamıştı. Kulpları mor renkteydi ve bu küçük detaya bayılmıştım. Dolabın tam karşısında çift kisilik bir yatak vardı. Oda duvara yaşlanmıştı. Siyah pirinç başlıklarıyla asil bir görünüm kazanmıştı ve tabiki yine simsiyah nevresim takımı. Tavana baktığımda avize yoktu. Odanın içini karanlıkta aydınlatıcak ne bir gece lambası nede bir ışıldak. Cama doğru yaklaşıp gökyüzüne baktım. Hala saatin kaç olduğunu bilmiyordum. Bulutların arasından güneşi görebiliyorum. Orada tüm gücüyle zorluklar arasında aydınlığını bize ulaştırmaya çalışıyordu. Belki kendi evimdeki küçücük camlarım bu kadar ışığı içeri alamazdı ama bu oda dışardaki bulutlardan asla etkilenmiyordu. Aydınlıktı. Bavulumu açıp üzerime rahat birşeyler geçirdim. Çok zeki bi insan olduğum için yanıma saçmasapan çiçekli bi pijama takımı almıştım ve şuan bu umrumda bile değildi. Saçımdaki havluyu umursamadan kapıdan çıktım. Aşağı indiğimde merdivenlerin başında gözlerini bana diken Tan'ı farkettim. Sinirle bana bakıyordu.
"Sana hızlı olmanı söyledim. Yine geç kaldın."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Yüksek Kart
Novela Juvenil28.01.2019 Onun dünyası benim yaşamak istediğim tek yerdi. Denizin ortasında seninleyim, yağmurun sesi ve tenimi okşayan rüzgâr... Zaman dursun. Ben ait olduğum yerdeyim. 🦋 Tüm hakları saklıdır.