DERİN GÖZLER

21 4 0
                                    

Gözlerimi açtığımda görüş açıma giren dolgun dudaklarla geri çekildim. O hala uyuyordu. Siyah dağılan saçlarına, pürüzsüz tenine, gür sağ kaşını ikiye ayıran dikey jilet darbesini daha net bakma fırsatım olmuştu. Onu birkaç gündür tanımama rağmen aslında hep benim yanımdaymış hiç yabancı değilmiş gibi hissediyordum. İçine düştüğüm bu saçma durumu bile bana unutturmuştu. Kimse yanımda yokkrn o yanımdaydı. Peki neden? İrislerim onun irisleriyle buluştuğunda yine aynı şey oldu . Kalbimin sesini tek duyan ben değildim.

"Günaydın." Dudakları yukarıya doğru kıvrıldığında , bakışlarım bembeyaz dişlere kaydı ve daha sonra yine yerine döndü. Benden bir karsilik bekleyen irislere.

"Günaydın. Ben de yeni uyanmıştım." Gülümsemesine karşılık verip yerimde doğruldum. Çadırın kapısını açıp etrafa bakındım. Yağmur durmamıştı ama yavaşlamıştı. Saatin kaç olduğunu yine bilmiyordum. Sabah saatleri olduğunu düşündüm. Hava aydınlıktı ama güneş ışığını bulutlar örtmüştü. Rügar hafifçe ağaçları sallandırıyordu. Belimdeki elini hissetmemle ona doğru döndüm. Gözlerime derince bakıp duraksadı. Adem elmasının yerinden oynamasıyla yutkunduğunu anladım. Tüylerim diken diken olmuştu. Belimdeki elini koluma çıkardı.

"Acıktın mı?"

Başımı evet anlamında aşağı yukarı oynattım. Gülümseyip çadırın kapısını işaret etti. Arkamı dönüp çadırdan dışarıya çıktım. Çadırın içerisi gerçekten çok ısınmıştı. Bunu dünyanın en güzel salonunun soğukluğuyla anlayabilmiştim.

"Sana güzel bir kahvaltı hazırlayayım."

Tan'a baktığımda bana gülümseyip mutfağa doğru gitmeye başladı. Çadırın içinde bıraktığı telefonunu ve küçük hoparlörü alıp mutfağa doğru ilerledim. Buzdolabının kapısını kapatıp bana baktı. Elimdekileri işaret ettim.

"Telefonun kapanmış şarj aletin nerede?"

Bu bembeyaz mutfak onun gülümseyince beliren dişlerinin yanında utanmalıydı. Camın önündeki masadan şarj kablosunu getirip bana uzattı. Evet yine gülümsüyordu.

"Dinlediğim şarkıları beğendin galiba."

Gülümseyip daha kurumamış saçlarımı geriye attım.

"Evet gerçekten çok beğendim ama bugün biraz da benim listemden gidelim olur mu?"

"Memnuniyetle."

Tezgahin üstündeki prize telefonu şarj olması için taktım. Güç tuşuna basıp açılmasını bekledim. Saati öğrenmek istiyordum artık. Arkamda sessizce ayakta duran Tan beni izliyordu. Nedense onun gözlerine bakarken çok utanıyordum ve şuanda arkamı dönmeye zorlamıyordum. Sessizliğini bozup bana dogru gelmeye başladığında yüzümü ona doğru döndürdüm. Beyaz granit tezgaha yaslanıp aramızdaki mesafeye hiç denecek şekilde kısalttığında yutkundum. Hep sessizdik ama ben onu tanımak istiyordum.

"Istersen ben hazırlayayım kahvaltıyı?"

Bakışlarını yerden kaldırıp benkilerle buluşturdu.

"Çok isterim ama birşeyler sipariş etmem gerekiyor. Telefonum bir açılsın. Buzdolabına bak istersen sen daha iyi anlarsın."

Buzdolabının kapağını açıp baktığımda tıklım tıklım dolu olduğunu fark ettim. Burada eksik yok fazla vardı.

"Sipariş ediceğim şeyi gerçekten çok merak ettim. "

"Efendim?"

Bana doğru anlamadığını belirtircesine baktı. Gülümseyip kapağı kapadım.

"Ben sana buzdolabındaki malzemelerle bir ay boyunca yetecek kahvaltı hazırlayabilirim."

Ne demiştim şimdi ben? Fazla mı samimiydim? Doğru iki gündür tanımadığın adamla aynı çadırın içinde yüzyüze uyu ama hala aranızdaki mesafeyi ayarlamaya çalış. Artık içimden ne geliyorsa onu yapıcaktım. Zaten hayatım boyunca istemediğim şeyleri yapmıştım. Bundan sonraki hayatımda ufak ayrıntılara takılmak istemiyordum. Sadece kendi fikirlerim ve kendi yolum. En önemlisi kalbimin sesi...

"Taze ekmek gerekiyor. Mm bide portakal suyu yada istersen nar suyu senin kararın."

Saçlarını arkaya atarak eline telefonunu aldı. Telefonu kablodan çıkarıp salona doğru yürümeye başladı. Konuşma sesleri gelince sipariş verdiğini anlamıştım. Sağımdaki camdan dışarıyı izlemeye başladım. Başıma neler gelmişti ya da gelmemişti. Çünkü ortada hiçbişey yoktu. Polisler evime bir kere gelmişlerdi ama ben ne yaptıklarını bile bilmiyordum. Iceri girip beni mi aramışlardı? Peki ya annem beni aramış olabilir miydi? Olanları öğrenmiş miydi? Gözümü yakan göz yaşlarımı tutamadım. Kafam çok karışıktı. Solumda beliren siluetle o tarafa baktığımda o kapıya yaşlanmış beni izliyordu. Bana doğru gelip baş parmağıyla gözümden akan yaşı sildi. Beni belimden kendine doğru çekti. Başımı göğüsüne yasladım. Bir eliyle belimden sımsıkı tutuyor diğer eliyle saçlarımı okşuyordu.

"Sana bunu yapanların hepsine öyle şeyler yapicam ki ölmek için yalvaracaklar. "

İki eliyle suratımı kavradı ve bakışlarımızı buluşturdu.

"Sana söz veriyorum. Şimdi lütfen ağlama."

Elimden tutup beni yukarı çıkardı banyonun ışığını açıp bana döndü. Umut. Evet ona her baktığımda bunu hissediyordum. Hala yaşadığımı ve çok güzel günlerimin olabileceğini.

"Saçlarını kurutmadın hasta olacaksın. Ben biraz evin ısısını yüksekteyim."

Gülümseyip banyonun kapısını kapadım. Lavaboya doğru ilerledim buz gibi suyun yüzümle buluşması tüm vücuduma enerji verdi. Aşağıdan gelen zilin sesiyle irkildim. Kapıyı açıp uzun koridordan merdivene dogru yürüdüm. Duyduğum seslere göre Tan'ın verdiği sipariş gelmişti. Elimi kalbime koydum sakinleşmesini sağladım. Odama doğru yürüyüp bu saçma pijamalardan kurtulup siyah bir tayt ve siyah oversize tshirt giyip çıktım. Tekrar banyoya girip saçımı en tepeden at kuyruğu yaptım. Koşar adımlarla aşağı indim. Mutfak masasının üstündeki bembeyaz frezya buketini görünce Tan'a baktım beni farketmemişti. Büyük bir vazo çıkarıp arkasını döndüğünde elindeki vazoya tekrar bakti.

"Bende seni bekliyordum. Kurt gibi acıktım. "

Yüzünde tedirginlik vardı. Ama eminde olamıyordum. Duygularını tamamen belli edemiyordu. Ona baktığımda ne hissettigini anlayamıyordum. Masaya doğru yürüyüp frezya buketini elime aldım. Burnuma götürüp kokusunu içime çektim. Tekrar tezgaha yaşlanmış elinde vazoyla duran Tan'a baktım.

"Suya koymayacak mıyız?"

Sorumla birlikte gülümsemiş hareketlenmişti. Elindeki vazoyu suyla doldurup bana getirdi. Çiçekleri sıkı kurdeleden kurtarıp suyla buluşturdum. Cama çarpan ışıkla kendimi geriye attım. Tan beni belimden yakaladı. Şaşkınca ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. Işığın arkasından gök gürüldeyince bir kere daha yerimde zıpladım. Birbirimize bakıp gülmeye başladık.

"Ama bu hiç komik değil. Niye gülüyorsun ki simdi ?"

Dudaklarımı büzüp buzdolabına doğru yürüdüm. O hala gülüyordu. Tekrar gök gürüldeyince ağzımdan çıkan çığlığı durduramamıştım.

"Ya off gülme boş anıma denk geliyor yoksa korkmam böyle şeylerden tam tersine çok severim."

Arkamı döndüğümde gülmeyi bırakıp konuşmaya basladi.

"Biliyorum."

Bana doğru geldiğini hissediyordum. Açtığım buzdolabının kapağını hızlıca geri itip beni kendine doğru döndürdü. Bakışlarımı bakışlarına sabitlediginde eliyle çenemi tutup fısıldar gibi konusmaya başladı.

"Sen benimsin ve seni hiç birşey korkutamaz. "

Yüksek KartHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin