Elimden tutup beni salona götürdü. Kapkaranlık salonun en köşesindeki kocaman çadır ışıklandırılmıştı. Elimi bırakıp çadıra doğru ilerlemeye başladı. Eğilip çadırın içine girdiğinde onu takip ettim. Içi göründüğünden daha genişti köşelerde minder vardı. Led kabloyla ışıklandırılmıştı. Çok aydınlık değildi loştu. Çadırın ortasında dört pizza kutusu duruyordu. Çadırın bir köşesinde içecekler, çikolatalar, cipsler... kafamı minderin üstünde oturan Tan'a çevirdim. Bu ne demekti?
"Ne yaptığını sanıyorsun sen? Burası ne demek oluyor böy-"
Beni susturup yanındaki mindere sağ eliyle otur işareti yaptı.
"Yaa söylesene kimsin sen bu ne?"
Sinirle saçımdaki havluyu yere fırlattım. Elini yumruk yapıp bana doğru geldi.
"Sana şuraya otur diyorum. Bir daha beni ikiletme."
Ruh hastası. Yapacağım hiç birşey yoktu. Gösterdiği yere oturdum. Eğer bir sevgilim olsaydı burası çok hoşuma giderdi ama tanımadığım bir adamla burdan olmaktan oldukça rahatsızdım.
Yutkunma sesiyle ona doğru döndüm. Bakışlarını bana doğru çevirdi. Içimde bir ürperti hissettim."Eskiden yani ben çocukken babamla hep çadır kurardık bozup bozup yeniden. Puzzle yapmak gibi." Kendi kendine gülümsedi. " Ne zaman sevinsem çadırıma girerdim. Hep kendime ait bir evim olarak düşünürdüm çadırımı. Tabii o çadır bundan baya küçüktü. Bir gün evde çadırımı bozmuş yine babamın gelmesini ve birlikte kurmamızı bekliyordum. Ama onun yerine en yakın arkadaşı geldi ve onun birdaha gelmeyeceğini söyledi."
Kafamı iki yana sallayarak ona baktım. Terk mi edilmişti? Ben sormadan o devam etti.
"Ölmüştü. Annemin bağrışlarını hala hatırlıyorum."
Gözlerimi çadırın etrafında gezdirdim. Burası gerçekten bir ev gibi hissettiriyordu. Huzurluydu, sıcaktı. Ona dönüp yüzündeki kedere baktım sanki o anı tekrar yaşıyordu. Ellerime bakmaya başladım.
"Ben üzüldüm. Baban kaç yaşındaydı? Yani ne oldu kaza mı?"
Öfkeli gözlerle bana baktığını hissedebiliyordum. Keşke sormasaydım. Gözlerimi ellerimden ayırmadım.
"Önemli olan şuan burada olmaması. O gittiğinden sonra çadırımı tek başıma kuramamıştım. Hh bu gücümle alakalı değildi. Sadece elime bir parçasını aldığımda gözlerime hakim olamıyordum. Ama hayat devam ediyordu. Bir gün odama girdiğimde biri benim için bu çadırı kurmuştu ve içine en sevdiğim oyuncakları, en sevdiğim yiyecekleri...
Gülümsedim. Onunda dudakları yukarı kıvrılmıştı bunu hissedebiliyordum.
"Anneme çadırın kimi kurduğunu hiçbirzaman sormadım. Onu cennetten gelen babam kurmuştu. Onun yanımda olduğunu hissetmiştim."
Gözlerimi ellerimden kaldırıp onunkilere diktim. Hüzün vardı bakışlarında. Elimi dizinin üstündeki eline götürüp sıktım. Gülümseyip bana doğru baktı.
"Bence hep yanında."dedim.
Elimi ani bir hareketle çektim. Kafasını salladı.
"O zamandan beri ne zaman çıkamayacağımı sandığım bir yola girsem çadıra girerim. Kendimi o zaman bulabiliyorum. O zaman huzurlu hissediyorum. "
Kanbur vücudunu dikleştirdi. Çok iriydi yanında küçücük durduğuma emindim. Kulağındaki küpeler çoğalmıştı. Uzun saçlarını geriye yatırmıştı. Bileğindeki saatini düzeltti.
"Senin için burayı hazırladım. Belki senide rahatlatır diye."
Çadırın tül kapısını örttü fermuarını çekmedi. Elindeki telefonuyla ve küçük pembe JBL marka hoparlörle uğraşıyordu. Uzun kemikli elleri kendi başına bir sanattı. Bembeyaz kolları kasılmış gibi duruyordu. Bunu bilerek mi yapıyor diye düşünmüştüm. Siyah kısa kollu tshirtü köprücük kemiklerini kapatmaya yetmemişti. Ona bakarken nefes almadığımı fark ettim. Gözlerimi yüzüne kaldırdığımda bana bakıyordu. Gözlerimi pizza kutularına çevirdim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Yüksek Kart
Teen Fiction28.01.2019 Onun dünyası benim yaşamak istediğim tek yerdi. Denizin ortasında seninleyim, yağmurun sesi ve tenimi okşayan rüzgâr... Zaman dursun. Ben ait olduğum yerdeyim. 🦋 Tüm hakları saklıdır.