yedi

42 9 41
                                    

"Seni iyileştireceğim ve kafanda sıkışıp kalmış o görüntüleri def edeceğim."

*

Yatağımın üzerinde ikimizde birbirimize ters düşecek şekilde sırt üstü uzanmıştık. Başı başımın yanında duruyordu. Bacaklarımız yatağın zıt kenarlarından sallanırken sessizce tavanı izliyorduk. Ara sıra başımı çevirip kusursuz yüz hatlarını izliyor, dudaklarını yalayışını, gözlerini kapatışını zihnime kazımaya çalışıyordum. Soluklarım iki göğsümün arasına diziliyordu. 

Kaç saattir böyle uzandığımızı bilmiyordum. Şarja takılmış makineler gibiydik. Onunla aynı odada olmak bile beni besliyordu. Kalp atışlarımın şiddetini duymasın, hızla inip kalkan göğsümü fark etmesin diye nefesimi tutuyor, dayanamayacak gibi olduğumda kafamı öbür tarafa çevirerek sessizce soluyordum. Kanım kaynıyordu. Aşkı sakince karşılayamıyordum.

O benden on sene fazla yaşamıştı. Benden daha tecrübeliydi. Sorunlarla nasıl mücadele etmesi gerektiğini biliyordu. Benimle aynısı olduğunu umduğum hislerini elini karnına koyarak, iki kelimeyle özetledi. "Karnım ağrıyor."

Kafamı çevirip güneş vuran yüz hatlarını inceledim. Akşam güneşiydi, yalancıydı. Karların arasından sızıp perdeme vuruyordu. Güneşin yaldızlı ışığının gölgesinde kahverengilerinin rengi muazzam bir sarıya dönüyordu. Sakalları kızıl yansıyordu. Çok sakindi. Soğukkanlıydı. Arada gözlerini kapatıp dinleniyordu. 

"Midem de bir yanma var gibi hissediyorum. Süt içince geçen türden bir şey değil. Ne yesem yakıyor, boğazımdan geçmiyor. Uyanık kalmak için çok yorgunum ama ağrı uyutmuyor. Sürekli soğuğa çıkmak, yüzüme rüzgar essin istiyorum. Ne demek istediğimi anlıyor musun?"

"Galiba," diye mırıldandım. Sesim dudaklarımın arasından çıkar çıkmaz kayboldu. 

"Kafamı yastığa koyunca kokun aklıma geliyor. Hatırlayamıyorum. Aklımı kaybedecek gibi oluyorum ama her seferinde yanında kafama not alsam, burnuma kazısam da unutuyorum hep. Gece olana kadar sorun yok, Yulia. Gece bana kötü kabuslar, karabasanlar bulaşıyor galiba. Hastalandım mı anlamıyorum."

Başımı onunkine yanaştırıp burnumu sakallarına sürttüm. Boynuna bir öpücük bıraktım. O da başını bana çevirip üst dudağımı kavradı. Öpmüyordu ama benim nefeslerimi soluyordu. Sanki bir tavanın altında, çarşafların arasında kayıplara karışıyorduk. Şehvet, tırnaklarını karnıma geçiriyordu. Cinnet beni kanlar içinde bir bebek gibi yeniden doğuruyordu.

Dudaklarımızı ayırdım, biraz geri çekilip gözlerine baktım. "İnsanlar deliriyorlar bence."

Her zaman yaptığı bir hareket vardı. Ya hararetli bir konuşmaya dalmışken ya da söylemekten zevk aldığı şeyler olduğunda yapıyordu. Kaşlarını kaldırıyor, gözlerini kocaman açıyor ve bir çocuk gibi gülerken kafasını yana eğiyordu. Bu, bana o kelimelerden zevk aldığını hatırlatıyordu. Yine gülerken elmacık kemikleri allandı. "Kesinlikle deliriyorlar."

"Bazen o kadar... Yani sanki... İçimde bir canavarın hırsını ve elektriğin enerjisini aynı anda taşıyor gibi hissediyorum. Biliyor musun, sanki her şeyi yapabilirim gibi geliyor. Seviştiğimiz de atamıyorum, ağladığım da atamıyorum. Her şeyi bilmek, her şeyi kontrol etmek istiyorum. Bu topraklardaki her şey bana düşman gibi geliyor, hepsine karşı savaşacak gücü kendimde buluyor, işin kötüsü bunu hep içime atmak zorunda kalıyorum."

"Bu şey, bu aramızdaki, herkesi böyle delirtir mi yani?"

"Düşünsene, kıskançlık krizine girip sevdiği kişiyi öldürenler, eşine baktı diye sokak ortasında kavga çıkaran psikopatlar, aşık nasıl yaşanır bilmediği için ilk senesinde evliliğini mahvedenler... Daha birçok örnek var. Aşk insanı delirtiyor. Yani delirtiyor, anlıyor musun? Büyülüyor. Efsunluyor. Hasta ediyor. Tamamen kötülükten ibaret bu! İğrenç bir şey."

Fernweh #1Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin