on altı

36 6 0
                                    

"İyileşmek için birine ihtiyacım var,

Tanımak için birine,

Sahip olmak için birine,

Tutmak için birine."

*

Zihin sarayımda oturuyordum. Altımdaki deri, pofuduk koltuk yerini nemli toprağa bırakmıştı. Odanın içindeki yeni pişmiş kek kokusunu almayı dakikalar önce bırakmıştım, onun yerine ağaç diplerindeki nemli toprağın kokusunu ve hafif bir hanımeli kokusu duyuyordum. Mutfaktan gelen çanak sesleri yerini hafif bir kuş sürüsüne bırakmış, odanın içindeki sıcaklık ormanın ortasında tenimi okşayan rüzgarla yer değiştirmişti.

Sırtımda bir dokunuş hissettim. Omurgamın yukarısından başlayıp aşağı doğru bir nehir gibi aktı, parmaklarının sıcaklığı ensemdeki tüyleri kaldırıyordu. Herhangi bir meditasyonun, zihnimin en ücra köşelerindeki evlerimin bile beni onun dokunuşu kadar huzurlu hissettirmesi imkansızdı. Gülümsedim. Eğildi, sıcak nefesi saçlarımın arasına sızdı, dudaklarını boynuma bastırdı. Huylanıp kafamı hafifçe omzuma bastırdım.

Şimdi aynı ormanın içinde, onun yanımdaki varlığını hissedebiliyordum. Manzaranın içerisinde ayrı bir manzara gibiydi. Bağdaş kurmuş, eliyle toprağa dokunurken gülümsüyordu. Dokunuşlarını kafamın içerisinde bir hayal gibi tekrar yaşıyor, bu hayali evrende varlığının baskın gerçekliğini iki göğsümün arasında hissedebiliyordum. Bana bir çarpıntıya mal oluyordu. Kollarını belime sarıp oturuşumu bozduktan sonra kafasını omzuma yatırdı.

"Yemek hazır," diye fısıldadı. Birden tekrar mutfaktan gelen kokular odaya hücum etti. Gözlerimi açıp koltuğa döndüm. "Kurt gibi acıktım."

"Önemli bir şeyin ortasındaydım."

"Yemekten daha önemli ne olabilir?" Dudakları büyük gülümsemesiyle boynumda gerilince huylandım. "Hadi gel."

Tüm kaslarım mayışmıştı, gözlerim uyku için kapanıyordu ama elimden tutup beni kaldırınca peşinden adımladım. Sofraya bir sürü tabak koymuştu. Gözüme gerçekten çok gözüküyorlardı ama Feliks'in hiç durmadan yiyebileceğini bildiğim için sorun etmedim. Karşısına oturup tabağıma biraz yemek koydum ve yemeden önce uzunca kokladım.

"Yemek yapmayı bilmen güzel, çünkü ben pişirmekten nefret ediyorum."

Başını salladı. "Ben pişiririm, sende eve para getirirsin."

"Ha ha ha."

Göz devirdim. Ne yazık ki onunla haftada birkaç kez, habersizce evime geldiğinde görüşebildiğimiz için bu dediği uzak bir hayal gibi geliyordu. Onun havuzda yaptığımız öfkeli konuşmadan sonra gelmeleri sıklaşmıştı, arada sırada arayıp işi olduğunu ve gelemeyeceğini söylüyordu, bana saygı duymaya başlamıştı ya da belki de duyduğu saygıyı göstermeye çalışıyordu; tüm her şey iyiye gidiyordu ama ben söz konusu o olduğunda her zaman daha fazlasını isteyen aç gözlü bir yaratığa dönüşüyordum.

Feliks'i çözmek zordu. Çok net bir karakter olmasına rağmen hayat tecrübem yüzünden bu kadar mükemmel olmasını mantıklı bulmuyor, ona bakarken kusurlar arıyordum. Artık gelmeyeceğini, onu hak etmediğimi, bu işin gelip geçici bir heves olduğunu düşündüğüm her an bunların bir kuruntu olduğunu bana kanıtlamak için yanımda oluyordu. Eğer gerçekten bir ilişki yaşamak onun için manasız ise, bana olan güzel hislerini ispatlamak için neden bu kadar uğraşıyordu?

Çatalımı masaya bırakıp oturduğum sandalyeden ayaklandım ve tezgahın üzerindeki kahve makinesini çalıştırdım. Gözlerini devirip güldü. "Yemekten hemen sonra kahve içemezsin. Tadı bile çıkmaz ki."

Fernweh #1Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin