"Gerçekten ayrılmak istemiyorum, devam etmeliyiz.
Konuşmamızdan anladığın bu ama yanıldın."
*
Ben çocukken babamın çalışma odasında, şarja takıldığında hareket edip masaj yapan bir koltuk vardı. Babam iş için evden çıktığında ağabeyimle yarışır, oraya oturmak için dövüş ederdik. Koltuk etlerimize çarpıp bizi gıdıklardı. Tenime bir şeylerin böyle uysalca yaptığı dokunuşlardan huylanır, kahkahalarla gülerdim. Jakuzinin deliklerinden bacağıma gelen hafif dokunuşlar bana yıllar önce beni güldüren koltuğu hatırlatıyordu.
Çıkan köpükleri ve suyun hareketlerini izliyordum. Dalga dalga yayılıyor, bacağımı hafifçe oynattığımda akış yönünü değiştiriyordu. Yansımam sallanıyordu. Su o kadar sıcaktı ki ıslanmaktan nefret etsem bile tişörtümün ıslanan eteklerini umursamıyordum. Su yuvarlak küvetin dışına taştığı için oturduğum mermer ve çamaşırım da ıslanmıştı. Feliks karşımda omuzlarına kadar suya girmiş oturuyordu.
Yüzü yine kızarmıştı. Yanakları ve burnunun üzeri soyuluyordu. Gözlerinin bu kadar parlak yansımasının nedeninin dolan gözleri mi yoksa tepemizde yanan hafif mavi ışık mı olduğunu anlayamıyordum. Otelin sıcak havuzuna inmiştik. Her yer karanlıktı, sadece hafif gece lambasını andıran bir ışık yanıyordu. Ara sıra karşımda kalan kapıya birilerinin geleceğinden korkarak bakıyordum ama o sadece sıcak suyun keyfini çıkarıyordu. Nasıl benimle olmaması umurunda değilse, benimle beraber görülmekte umurunda değildi.
Konuşmasını bekledim. Dakikalarca. Sanki her zaman çenesi düşen adam o değil gibiydi. Ağzını bıçak açmıyordu. Keyfinin olmadığını görebiliyordum. Bir şeylerin yolunda gitmediğini anlamıştı, bir şeylerin yolunda gitmediğini ona açıkça belli etmiştim. Ancak karnımı sıkıştıran bir korkum vardı. Bana sorunun ne olduğunu sorduğunda ne cevap vereceğimi bilmiyordum.
Kendini yaslandığı kenardan ittirip karşıma geldi. Havuzun kenarında oturduğum için ondan daha uzun duruyordum. Ona yukarıdan baktım. Bandanasının altındaki saçları karışmıştı. Ensesinde ki tutamlar hafifçe ıslaktı. Haç kolyesi suyun içinde yüzüyordu. Dolu gözlerini görmemi istemiyor gibi gözlerini kapayıp kirpiklerini bacağıma sürttü ve dizimin üstüne doğru yattı. Elleri ayak bileklerimde dolanıyor, gitmemden korkar gibi beni tutuyordu.
Çok güzel gözleri vardı. Koyu kahverengi gözleri bana kahve çekirdeğini hatırlatıyordu. Acıydı. Kirpikleri uzun ve kıvrıktı, teker teker çizilmiş gibi duruyordu. Tüm bunların ötesinde, bakışlarında sevgisini, öfkesini, korkularını gösterebilecek kadar cesur gözlere sahip olması hayranlığımı cezbediyor, tüm duvarlarımı yıkıyordu.
"Bir sorun var," diye mırıldandı. Onsuz geçirdiğim üç haftanın sonunda tek tahmini buydu. "Yulka, bir sorun var."
Gözlerimin içine bakmasını bekledim. Ben konuşmayınca havuz suyundan ıslanan kirpiklerini aralayıp öylece durdu. Elimi sakallarına atıp dokundum, baş parmağımla yanağını okşadım. Beni öpmek için doğruldu. Şimdi ışığın tam altında, gözleri yeni açılmış bir bebeğinkiler gibi parlıyordu. Yüzlerimizi yanaştırdım, dişlerimi sıktım. Yüzü ellerimin arasındaydı.
"Bir başkası bana dokununca midem bulanmasa, başka şeylerle uğraştığımda aklımı meşgul etmesen, sensiz yapabilsem yanında bir dakika bile durmazdım."
Acıyla güldü. "Birbirimizin yanında bu yüzden durmuyor muyuz zaten, mecburiyetten."
Birden ağlamaya başladım. Kaza yapmak gibiydi. Bir an her şeyi bulanık görüyordum ve sonra her şey olup bitmişti. Geriye acısı kalmıştı. Ellerimin arasında yüzümü tutuyordum ama ona daha fazla bakamayıp kafamı eğdim. Ağlayınca gerçekten hasta gibi hissediyordum. Zaten sorunlu olan gözlerim anında kızarmaya ve yanmaya başlıyordu. Şimdi de gözlerime iğneler batıyordu ama kollarımı gözlerime bastırıp kendimi durdurmaya çalıştım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Fernweh #1
Roman d'amourNerede değilsem orada iyi olacakmışım gibi gelir* yarım bir hikayedir