"Beş dakikamız daha var,
Bana aşık olduğunu söyle."
*
Şeytanların sesini en çok uyandığım zaman duyuyordum. Yeni doğmuş bebeğin kulağına fısıldar gibi bana geri yatmamı fısıldıyorlardı. Uykumu asla alamıyordum. Çektiğimiz acılar günahlarımıza kefaret ise her sabah çektiğim işkencenin, asla kaslarımı bir lastik gibi çekmekten bıkmayan yorgunluğun, vicdanımın yaptığı ağırlığın acısıyla cennete gideceğimi düşünüyordum. Yorgunluk asla tükenmiyordu.
Ancak bu sabah bir şey beni yatağımdan kaldırdı. İkinci kez düşünmedim, çünkü zorunda olduğumu biliyordum. Sorumluluk hissi. Yalancı çıkma ve birilerini yüz üstü bırakma korkusu. Stres. Her gün bu duyguları yaşayan, hatta bu duyguları yaşadığının farkında bile olmayacak kadar çalışmaya, sisteme alışmış insanlar vardı. Kendilerini daha fazla paraya adamış ruhlar. Kimisinin buna muhtaç olduğunu biliyordum: Ancak kimisi de buna tapıyordu.
Yaşamadan ölen milyonerler.
Hiç koklamadan, tatmadan, duymadan çekip gidiyorduk. Zenginler en pahalı havyarların, yıllık şarapların, süslü meyvelerin tadını bilirlerdi ama bir sonraki yemeklerini düşünürken unuturlardı. Bizde onlar gibiydik. Tek farkımız paramız yoktu. Onlar gibi olmak istiyorduk, onlar gibi olmak için tüm hayatımız boyunca çalışıyorduk, bu yüzden her sabah kahvaltı da yediğimiz ekmeğin tadını bile tarif etmek zor geliyordu.
Bu yüzden bu sabah işe giderken gözlerimi kapamış, ruhumu öğrenmek için yanıp tutuşan bir çocuk gibi en ön sıraya oturtmuştum. Metronun sesini dinlemiş, karın tadına bakmış, sabahın erken saatlerindeki temizliği solumuştum. On dokuz yıl sonra ilk defa yaşamanın nasıl bir şey olduğuna bakmak aklıma geliyordu. Hayata tecavüz etmiş, onu gömmüştüm. Sevmek hiç aklıma gelmemişti.
Ancak okula döndüğüm de, dünya seslenmeyi bıraktı. Yine kör, sağır kesildim. Bu koca binalar bana eğitimi değil; zorbalığı, yüksek sesli aşağılanmaları ve zaman kayıplarını anımsatıyordu.
Bu sefer öğrenci olduğum zamanlara göre daha rahattım. Viktor Makovsky beni kapıda bekliyordu; bunun üstünü örtmek için de bir sigara yakmıştı. Onun yanında hissettiğim rahatsızlık ve gerginlikten sıyrılmıştım. Sırf yanımda mükemmel olduğu için hissettiğim o baskı yakamı bırakmıştı. Mükemmelliği, mükemmelliyetçiliği beni ancak uzak bir arkadaş kadar ilgilendiriyordu: Çünkü asıl aradığım şeyin kusurlarla dolu bir adam olduğunu biliyordum.
Eksi on derece soğukta basit bir şort giyen adamdı o. Koluna bandana bağlıyor, boynuna kolyeler takıyor, ayağında basit bir terlikle dolaşıyordu. İnsanlar ona deli diyordu, belki öyleydi de. Saf görünüyordu, temiz bir yüzü ve sesi vardı, sizi tamamen masum olduğuna inandırabilirdi. Derinlerinde, bambaşka biri olduğunu seziyordum. Onda ki en büyük kusur da tüm bunları benden saklayamamış olmasıydı.
Onu hatırlayınca yüzümü saran atkının arkasında yanaklarım cayır cayır yandı. Viktor yüzüne hoş bir gülümseme takınarak sigarasını yere attı, öğretmenlere özel olan ön bahçenin kapısında olsak da etrafa göz attı, kimse olmadığına karar verdiğinde gülümsemesi genişledi. Gün boyu onda gördüğüm en büyük gülümseme buydu. Okul binasından içeri girdiği anda ruhu kravatlı o adama dönüşüyordu.
"Dosyanı inceledim. Sana tavsiyem öğrencilere çok kendinden bahsetmemen. Hem onlardan birkaç yaş büyüksün, seni ciddi almaları açısından bunu bilmemeleri daha iyi olur. Ayrıca," Koridorun ortasında durdu. Kaşları çatılmıştı. "Okulu dışarıdan okuduğun yazıyor. Albina bana Amerika'da okuduğunu söylemişti."
"Ortaokulda Minnesota'daydım, liseyi Rusya'da açık öğretimden bitirdim."
Yürümeye devam etti. Adımları aceleciydi. Bir yandan her şeyin tam olduğundan emin olmak için ürkek bakışlarla bir yerlere dalıyor, zihnindeki listeyi tamamlamaya çalışıyordu. Gündüz gözüyle onun geçen geceden çok daha sarışın olduğunu fark ettim ama hemen dikkatimi konuştuklarımıza verdim.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Fernweh #1
Roman d'amourNerede değilsem orada iyi olacakmışım gibi gelir* yarım bir hikayedir