"Bu öpücük için ihtiyacımız olan tüm zamanı alabiliriz,
Bardaklarımız boşken."
*
Saat gece ikiye gelirken, Moskova'da boş bir barda tanımadığım bir adamla oturmuş, içimi paramparça eden bir şarkı dinliyordum.
Şehir arkamızdan akıp gidiyordu. Geceyi uyutmuş, oturma odasında muhabbet etmeye dalmış iki ebeveyn gibiydik. Gecenin muazzam güzelliği, kısa ve geçici bir anı olmaktan öteye gidemeyişi tadını damağıma öyle sert kazıdı ki, ölmeden önce tek pişmanlığım da, tek şükrüm de bu andı.
"Doğum günü çocuğuna özel şarkı söylediğini duydum," diye mırıldandı. Belli sarhoştu; onu ilk gördüğüm andan çok daha üzgün görünüyordu. "Bana bir şarkı söyle."
"Sen..."
"Hadi, bana baktığında aklına gelen ilk şarkı olsun. Güzel bir şey seç."
Kafamı dağıtıp dikkatimi dağıtmaya çalıştığını anlıyordum ama sinir bozucu bir inatçılıkla sorular sormaya devam ettim. "Neden doğum gününü kutlamadın? Viktor en yakın arkadaşlar olduğunuzu söylemişti, çok..."
Sahte bir neşeyle güldü. O kadar güzel gülüyordu ki, Tanrım, o kadar güzel gülüyordu ki bunun sahte olduğuna inanmak çok zordu. Sanki tüm hayatım boyunca aradığım bir hazineyi bulmuş gibi hissediyordum. Hiçbir şeyi saklamaya gerek yoktu. Ona olan aşkımı da zaten zamanla keşfetmedim. Sebepsizce Viktor gibi yakışıklı, zeki ve de ilgi çekici bir adamın yanında huzursuz hissedip, onun gülüşüyle bile ağlamak istediğim de bir şeyleri anlamak uzun sürmüyordu. Aptal bir kadın değildim.
Ancak her şey çok farklıydı. Çok uzak hissediyordum. Hemen yanındaki bar taburesinde otururken bile bazı şeyler imkansızlıkla düğümlenmişti. Bir insanın böyle kanıma girip, beni böyle etkilemesi, böyle sarsması, Tanrı'ya inancımı kuvvetlendirmesi imkansızdı. Bir insanın böyle gülebilmesi, gülüşüyle bile seni büyüleyebilmesi imkansızdı.
Anlatacak pek bir şey yoktu. Belki hayatımda gördüğüm en normal görünümlü insandı. Onu diğerlerinden biraz farklı yapan, buradaki insanların aksine kırmızı bir yüzü olmasıydı. Elmacık kemiklerinin üzeri güneşte kızarmış gibi görünüyordu ve belli belirsiz çilleri burnunun üzerini süslemişti. Kemikli bir burnu vardı. Sakalları uzun olmasına rağmen saçlarını belli bir boyda bırakmış, bakımsız görünmelerine izin vermemişti. Yaş olarak diğerlerinden biraz daha büyük duruyordu, güldüğünde ise tüm fikirlerinizi yıkıp size bir çocuk olduğunu inandırabilecek kadar masum görünüyordu.
On dokuz yaşımda öyle bir tuzağa düşmüştüm ki, Tanrı şahidim bugüne kadar onsuz yaşadığım her günün hesabını kendime vermeye başladım.
"Öyle partiler, kutlamalar falan sevmiyorum. Viktor'da bu yüzden senelerdir kimseye söylemiyor. Büyütülecek bir şey değil." Beni büyük bir neşeyle ittirerek sahneye çıkardı. "Bu gece barı ben kapatacağım, yani kimse yok. Utanmana gerek yok."
Ses tonuma bariz bir resmiyet kattım. "Yani sizden utanmayacağımı mı düşünüyorsunuz, Feliks Antonovic?"
"Oh, madam, zaten çoktan sesinizin ne kadar kötü olduğunu duydum."
Şakayla karışık açık sözlülüğü beni o kadar şaşırttı ki, dehşete düşmenin yanı sıra bu patavatsızlığına bir hayranlık besleyecek kadar ondan etkilendiğimi itiraf etmek zorunda kaldım. Arada böyle şeyler olurdu. Birilerinden hoşlanmak normaldi. Önemli olan bunu kendine itiraf edip, mantığını ön plana alıp, geçene kadar birkaç hafta sabretmekti. Ama şimdi hastalanmıştım. Tüm hücrelerime kadar o kadar hastaydım ki, vücudumun alev alev yandığını hissediyordum.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Fernweh #1
Roman d'amourNerede değilsem orada iyi olacakmışım gibi gelir* yarım bir hikayedir