Dayımın odasına girdiğimizde hala aptal aptal gülümsediğimin farkındaydım. Bu kızda neyin nesiydi böyle? Kim olduğumu anladığındaki yüzüne yerleşen hayal kırıklığını görmüştüm ama bir anda yüzü değişmiş bana öldürecek gibi bakmaya başlamıştı. Dayıma özürlerini sıralarkense çok masumdu. Ama aslında hiçte masum olmadığını bana ettiği üstü kapalı hakaretlerden çok iyi biliyordum. Tamam kibardı, ani olaylara birçok şirket çalışanından daha hakimdi ama yine de beni nasıl tanımıyordu bu kız aklım almıyordu."Hala gülüyorsun. Oğlum sen akıllanmayacak mısın? Kızla sakın uğraşma."
"Yoo sadece çok hoş sohbet bir kız. Muhabbeti hoşuma gitti. Adı neydi?"
"Zarar ediyoruz Tolga farkında mısın? Geçen seneki mahsulün sıkıntıları hala yakamızda... Her sene taleplere fazlasıyla cevap verirken bu sene senin o arkadaşın olacak mühendis bozuntusu yüzünden zarardayız. Beni duydun mu? Satış stratejisini değiştirmek için toplantık."
"İflas mı ediyoruz dayı. Ne oluyorsun?"
"Sen beni deli mi edeceksin? Bu sene geçtiğimiz senelere göre %20 zararla kapanıyor. Bu rakam az değil. Ayrıca müşterilerin bir kısmını kaçırmamak için yıllanmış şarapların bir kısmını karsız satmak zorunda kaldık."
"Tamam tamam. Bağırmayı bırak. Toplantıda ne konuştunuz" Çok sinirliydi. Üzerine gidersem daha da sinirlenecekti. Dayımın bana ihtiyacının olduğunu biliyordum ama bu şirkete her gelişimde babam aklıma geliyordu. Bunu bilmesine rağmen kabul edemiyordu.
"Ben senin asistanın ya da sekreterin değilim. Olman gereken yerde olmalı ve..." İçine çektiği derin nefes sanki onu boğuyor gibi bir anda yine bilindik öksürük nöbetine tutuldu. Yaşlanmıştı. Dinlenmesi gerekiyordu. 'Lanet piçin tekisin Tolga' diye içimde bir ses yükseldi. Hızla çekmeceye ilerledim. İlaçları ve oksijen cihazı her zaman ki yerindeydi. Önce nefesini düzenlemek için oksijen verdim. Sakinleşmeye ve öksürükleri düzelmeye başladığında bir bardak su ile ilaçlarını içirdim. Yorgun görünüyordu. Aldığı nefesler sanki onu zorluyordu. Kahretsin! Öksürüğü tamamen geçtiğinde uzun bir sessizlik oldu. Çatık kaşlarıyla gözlerini bana dikmiş konuşmamı bekler gibi bir hali vardı. Ama konuşamıyordum işte. Söyleyecek ne bir sözüm ne de savunacağım bir davranışım vardı. Sıkkınlığımı anlamış olsa gerek,
"Oğlum aş artık. Oldu, bitti... Biliyorum çok zor ama annen..."
"Sakın dayı." dedim gözlerinin içine bakarak. Gözlerim yanıyordu. Sessiz kaldı bir süre.
"Tamam, hadi git şimdi temizlen. Bazı planlarım var. Pazarlama da güzel fikirler verdi ama sen yine olmadığın için karar verilemedi. Neyse şimdi bunları bırakalım. Temizlen ve dinlen. Pislik içindesin, benim kadar yorgun görünüyorsun."
Sadece kafamı sallamakla yetindim. Hayatımda benim için tek değeri olan adama hafifçe gülümsedim. Kalbini kırmak istemiyordum ama öfkelenmiştim. Bir kez daha o kadının konusunu açmamasını dileyerek kapıya doğru yöneldim.
Dışarı çıktığımda ağzı bir karış açık odaya girerken onu bıraktığımız yerde öylece dikilen kıza dikkatimi verdim. Çok şirindi. Yüzünün masumluğuna zıt olarak gereğinden fazla uzun boyluydu. Bu yüze minyon küçücük bir beden yakışırdı. Ama simsiyah saçlı, çakmak çakmak gözleriyle safça suratıma bakıyordu. Bu kızdan hoşlanmıştım.
"Naber" dedim alayla. Gözleri bir anda daha da büyüdü, yüzünün renk değişimi o kadar aniydi ki gülmeden edemedim. Toparlanarak çantasını kaptı. Bir daha yüzüme bakmadan koşar adımlarla merdivenleri inmeye başladı.
'Evet gerçekten bu kızdan hoşlanmıştım. Adı neydi acaba?'
***
"Sen öldün kızım. Sen öldün."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gökkuşağının gözleri...
RomanceToy, yalnız bir genç kız ve gizemli gözlere sahip bir adam... Sadece ikisinin görebildiği büyülü bir bilinmez... Bir insanı anlamak için sadece gözlerinin içine bakmak yeterli midir? Peki ya güvenmek için?