*** Buğra ***
Sezen’i kucaklayarak uygun bir yer arandım. Bir yandan yardım istiyor bir yandan da Sezen’e sesimi duyurmaya çalışıyordum. Serzenişlerim etrafı hareketlendirirken, etrafta Sezen’i bırakabileceğim bir yer arıyordum. Kollarıma yığılıp kalmıştı.
Tutuşumu sağlamlaştırarak hızla bar çıkışına yöneldim. Gözüme takılan ilk koltuğa ilerledim. Koltuğa Sezen’i bıraktığımda başımıza birkaç kişi toplanmaya başlamıştı. Ne yapacağımı bilemeyen gözlerle etrafı tararken, ufacık boylu bir bayanı bize yaklaşırken gördüm. Bir anda “açılın” dedi yüksek perdede hafif cırtlak bir sesle ve etraftaki kişileri dağıttı. Sonra bana dönerek,
“Ben otelde görevli doktorum. Nesi var fikriniz var mı?” diye sordu. Neyse ki turist olduğumuzu anlamış ve ingilizce konuşmuştu.
“Kötü bir haber aldı” demekle yetindim. Sezen hakkında bunun dışında hiç bir şey bilmiyordum.
“Siz nesi oluyorsunuz?” diye sorduğunda ne cevap vereceğim konusunda biran bocalasam da,
“Yengem, abimin eşi.” Demeyi akıl edebildim. Ona uzun uzadıya açıklama yapacak değildim sonuçta. Kadın Sezen'in gözüne ışık tutarak,
“Eşini çağırmalısınız o halde” dediğinde aklım başıma geldi. Öyle panik olmuştum ki bunu düşünecek halde değildim. Elim cebime uzanırken, haberi aldıktan sonra cebime attığım Sezen’ e ait telefonun sürekli çalıp durduğunu fark ettim. Belki abimdir, diye hemen cevapladım. Doktor Sezen’in tansiyonunu ölçüyordu.
“Sezen… Sezen… Sezen konuş ne olur? İyi misin?” karşıdan yine haberi veren kızın sesi geliyordu. Hıçkırıkları arasında konuşmaya çalışıyordu.
“Ben Sezen değilim. Ama Sezen yanımda ve hiç iyi değil. Böyle bir haber telefonda verilir mi?”
“Ben… Ben… Onun neyi var? Ne oldu? Emrah’a da Tolga'ya da ulaşamıyorum. Ne olur söyle, ne oldu?”
“Baygınlık geçirdi bir anda. Doktor yanında şuan” ben konuşurken doktor, Sezen’in burnunun ucunda bir şey sallıyordu. O şey neyse Sezen’in yüzünü buruşturarak gözleri hafifçe araladı. İçime dolan rahatlamayla derince bir nefes aldım.
“Peki ne dedi doktor? Durumu nasıl? Allah’ım ben ne yaptım?”
“Hey… Durumu iyi gözlerini açmaya başladı. Biraz kendine gelsin seni aratırım. Şimdi kapatmam gerek. Abimi aramalıyım.”
“Tamam. Ne olur unutma beni. Abin doktor mu?”
“Hayır, Tolga Hancıoğlu benim abim.” Dedim ve telefonu kapatırken bir ‘ ohh’ sesi duydum. Önemsemedim. Tekrar Sezen’in telefonunu cebime atarak kendi telefonumu çıkardım ve abimi aradım. Telefonu çalıyordu fakat yanıt vermiyordu. Sıkıntıyla Sezen’in yanına çömeldim ve doktor,
“Durumu iyi. Odasına çıkarın, biraz dinlenirse bir şeyi kalmaz. Tekrarlaması durumunda bir nörologla görüşürseniz iyi olur” dedi. Tamam der gibi başımı salladım. Sezen’in gözleri bendeydi. Benden onay bekliyordu resmen. Acılı gözleri tekrar dolmaya başlarken,
“Hadi seni odana götürelim” diyerek tekrar kucağıma aldım. Bir an ne yapacağını şaşırır gibi olsa da yürüyecek hali yokmuş gibi sessizce başını omzuma yasladı. Uzun boylu bir kıza göre oldukça hafifti. Adımlarımı uzun tutarak asansöre ilerledim. Birkaç adım atmıştım ki telefonum çalmaya başladı. Şuan telefona bakacak durumda olmadığım için umursamadım. Asansöre bindiğimizde,
“Elif’le konuştun mu?” dedi. Sesi titriyordu. Biraz zaman kazanmak için anlamamazlıktan geldim.
“Elif mi? Oda kim?”
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gökkuşağının gözleri...
RomanceToy, yalnız bir genç kız ve gizemli gözlere sahip bir adam... Sadece ikisinin görebildiği büyülü bir bilinmez... Bir insanı anlamak için sadece gözlerinin içine bakmak yeterli midir? Peki ya güvenmek için?