*** Bölüm 22

844 55 2
                                    


***  Elif  ***

Tolga Sezen’in odasına girdiğinde ilk işim kapıya kulağımı dayamak oldu. Onları dinlemeyi asla düşünmüyordum ama gelecek herhangi bir yüksek seste yerimde durmayacaktım tabi ki. Zaten Tolga’dan hıncımı da alabildiğim söylenemezdi. Bir süre bekledim ama içeriden çıt çıkmıyordu. Kendi kendime barışmış oldukları kanaatine vararak kapıdan uzaklaştım. Arkamı döndüğümde beni izleyen 3 çift göz hafifçe utanmama sebep oldu ama belli etmeden ellerimi belime koyarak yüzsüzlüğe vurdum.

“Ne bakıyorsunuz? Sanki siz merak etmiyorsunuz.”

“Bir şey duyabildin mi bari?” diye soran Buğra’ya gözlerimi devirerek,

“Evet, derin bir inleme sesi geliyordu” dedim. Gözlerim bir anda Tuna Beye takılınca dudaklarımın arasından bir küfür kaçtı. İyice utanarak hemen yanlarından koşar adım uzaklaşmaya başladım. Kahretsin adam ilk söylediklerime şaşırmış, küfrüme ise genişçe sırıtmıştı. Kendimi her an rezil etme potansiyeline sahiptim. ‘Salaksın kızım ya. Şu diline 1 saatliğine sahip çık’ diye söylenerek kafeteryaya girdim. Ardımdan seslenen Emrah’ta peşimden girdi. Umursamadan masalardan birine oturmaya niyetlenirken, benden önce karşıma yerleşmişti bile. Gözlerimi devirerek çay taşıyan garsona işaret yaptım. Karşımda kollarını göğsünde bağlamış beni izliyordu. Çayımdan bir yudum almıştım ki,

“Niye sürekli dalgacısın böyle? Kimse seni eleştirmiyordu. Haklıydın, hepimiz merak etmiştik.”

“Emrah seninle uğraşamam şimdi.”

“Hımm… Anlıyorum tabi. Sezen için üzgünsün. Az önce büyük bir pot kırdın, sinirlisin. Belki de evini özledin. Belki… Belki Sezen’le Tolga barıştılar, biraz kıskandın. Sonuçta artık Sezen onun yanında olacak. Her zaman…”

“Sen ne saçmalıyorsun böyle. Evet, arkadaşıma üzüldüm. Evet, söylememem gereken bir şey kaçırdım lanet ağzımdan ve sinirlendim. Ama şu da var ki, Hayır, evimi falan özlemedim ve tabi ki Hayır, kimseyi kıskanmıyorum. Niye kıskanayım ki, sadece onun için sevinirim.”

“Peki...” Yüzüme eblek eblek bakıyordu. Peki… Bu kadar mı? Onca şey söylemişti hatta beni suçlamıştı ama aldığım cevap peki…

“Bu ne demek şimdi ‘Peki…’ Sen benimle dalga mı geçiyorsun?”

“Yoo sadece seni anlamaya çalışıyorum. Öylesine soğuksun ki davranışlarından hiçbir şey anlaşılmıyor doğal olarak sorarak anlamaya çalışıyorum sanırım bunda da pek başarılı değilim. Geldiğimden beri doğru dürüst yüzüme baktın mı onu bile hatırlamıyorum. Ben sana yakın olmak için ölüyorum sen buz dağı gibisin.”

“Alakası bile yok. Olanlara baksana oldukça gerginim. Her şeyi kendine yorma derim.”

Yüzüne bakmıyormuşum bakıyoruz ya işte. Ama bakmasam daha iyiydi doğrusu. Yüzü öncesine göre daha esmerdi güneş tenini yakmış kararlıca bronzlaştırmıştı. Kilo almıştı. Bana hep çelimsiz gelen yapısı gitmiş, uzun boyuna yakışır bir haşmet gelmişti sanki. Hemşire kızların ona bakışlarını görüyordum, birkaç tanesine yumruğumu çakmadığım için kendimi zaman zaman tebrik bile ediyordum. Şimdide uzun uzun inceleyen bakışları altında yüzümün kızarmasına mani olmak için başımı çevirdim.

“İşte yine aynı tepki. O ne demek şimdi. İmalı imalı her şeyi kendine yorma. Neden yormayacakmışım? Nedense buraya geldikten sonra iyice uzaklaştın. Ayrıca benimle olması gereken samimiyeti başkasından esirgemiyorsun, gözümden kaçmış değil.”

“Ne?” Ne diyordu bu aptal. “Kimmiş o samimiyet esirgemediğim kişi?” Salak olmuştum resmen. Kimden bahsettiğini anlayamadım.

“O çocuk… Onu nereden tanıyorsun? Sana neden öyle genişşş genişşş açıklamalar yapıyor? Sende maşallah ona bel altı şaka yapmaktan çekinmiyorsun. İstanbul’da yaşadığı halde onunla nerede tanıştın da böyle birden can ciğer oldunuz?”

Gökkuşağının gözleri...Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin