Odaya girdiğimde uyuyordu. Sessizce bir sandalyeyi kaldırıp, yüzünü izleyebileceğim şekilde tam karşısına koydum. Oturdum. Düşünmeye ihtiyacım vardı. Neden bu kadar zor olmak zorundaydı ki. Bende hoşlanmadığı, hoşlanmayı geç ödü patladığının farkındaydım. Çok narin ve uysaldı. Ürkek bir serçe gibiydi.Uykusunda melek gibi duru görünüyordu. Gözlerinin kapalı oluşu sanki başkalaştırmıştı yüzünü. Güzellikten farklı birşeyler vardı teninde, mermer kadar pürüzsüzdü. Oysa gözleri ışıl ışıl bakıyordu. İçim sıcacık oluyordu o parıltıyla. İrice açıldığında yüzü sanki gözlerinden oluşuyor gibiydi. Korkuyla bana baktığı zamanlarda içime bir ürperti yayılıyor beni de hissine ortak ediyordu.
Annemin yaşadıkları, dayımın ve yengemin birbirine bakışlarındaki saf sevgi... Her şey gerçek miydi? Bu saf kız benim... Benim...
Huzursuzlukla kıpırdadı biranda. Sanki sayıklıyordu. Dudaklarından mırıltı gibi sesler geliyordu ama anlaşılmıyordu. Doğruldum. Ne diyordu. Yardım istiyor gibiydi.
"Bakma..." dedi. Bu tek kelime yerime mıhlamıştı beni. Kabusu olmuştum bu meleğin. Benden korktuğunu biliyordum ama bu derecesi içimi parçalıyordu sanki. Ona hem yardım etmek istiyor hem de bana alışsın istiyordum. Benim, bizim gerçeğimize alışsın. Ama nasıl olacaktı bu. Ben alışmış mıydım ki?
Daha derinden izledim yüzünü. Şimdiye kadar gördüğüm hiçbir kadına benzemiyordu. Yüzü ay gibi parlıyordu gecenin karanlığında. Yüzünde ne bir makyaj nede bir süs vardı. Özdü ve anlıyordum ki benim için tekti. Benim gerçeğim benim ikizimdi.
Belki de bu bir lanet değildi ama ben onu lanete çevirmek için var gücümle çalışmıştım. Dayımın sözleri beynimde çınlıyordu.
- Sen ona aitsin. Başka yolu yok. Ne yaparsan yap kopamazsın. Beni görmüyor musun? Yıllardır hiçbir şey anlamadın mı? Nalan için bu belki farklı olabilirdi ama benim için değil. Annen içinde değildi senin içinde değil. Buna mecburdu. Çünkü yarımdı. Hep yarım olacaktı.
Bu nasıl olabilirdi aklım almıyordu. Bu saf küçük kız benim ikiz ruhum, Aynamdı. Bense onun kabusu olmuştum işte. Bir şeyler yapmalıydım. Kendimi anlatmalı yakınlaşmalıydım ama nasıl yapacaktım hiçbir fikrim yoktu. Kapana kısılmış gibi hissediyorum. Ona kendimi anlatmam hem onun için hem de benim için gerekliydi. Ona karşı hislerimi ne kadar inkar etmeye çalışsam da olmuyordu bunu içimde hissediyordum. Gözlerimi kaçırmaya çalıştıkça onu buluyorlardı. Sanki benden bağımsız bir hasreti vardı gözlerimin ona. Ama yine de o seçsin istiyordum. O istediği için benim olsun istiyordum. Ama işte buda mümkün görünmüyordu.
Hırsla ayağa kalktığımda sandalye yerinden oynadı. Sessiz odada bir çığlık gibi yere sürtünerek geriledi. Kahretsin! Yüzüne baktım. Kıpırdamamıştı ama bir değişiklik vardı. Daha iyi görebilmek için gözlerimi kısarak baktım. Gözleri açık beni izliyordu. Uyanmıştı. Lanet olsun!!!
"Üzgünüm." dedim çekinerek.
"Burada ne işiniz var?" sesi uykunun vermiş olduğu rehavetle peltek gibi çıkmıştı.
"Ben..." ne diyecektim şimdi. Seni izlemeye geldim mi?
"Ben bir ihtiyacın var mı diye bakmaya gelmiştim. Yengem dayımın yanına gitti." dedim resmen çırpınıyordum.
"Evet" dedi. Ne için dediğini anlayamamıştım. Kafam o kadar ne yapacağını bilmez şekilde şaşkındı ki sözleri üzerine,
"Ne için evet" deyiverdim.
"Bir şeye ihtiyacım var." dedi. Sesi netleşmiş, bakışları yoğunlaşmıştı.
"Senin için ne yapabilirim?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gökkuşağının gözleri...
RomansToy, yalnız bir genç kız ve gizemli gözlere sahip bir adam... Sadece ikisinin görebildiği büyülü bir bilinmez... Bir insanı anlamak için sadece gözlerinin içine bakmak yeterli midir? Peki ya güvenmek için?