İyi okumalar diliyorum...
Algıları kapandı genç kızın, kulakları tıkandı. Hayattan soyutlaştı. Bir tek o, ve Uzay vardı orda. Etraftaki nesneleri, kişileri görmüyordu, duymuyordu.
Korkuyordu aşktan, ona bağlanmaktan. En çokta başının onun yüzünden belaya girmesinden korkuyordu.
Karşısında, elini beline atmasıyla üzerine sinen kokunun sahibine baktı.
Baktı...
Baktı...
Yoğun gözlerle bakıyordu kendisine. Bir an bu bakışlarından dolayı eriyip, toprağa karışacağını falan düşündü. Ne yapması gerekiyordu?
Anlaması mı? Yoksa anlamasına rağmen anlamama ayağına mı yatması? Hangisiydi hem onun, hem uzay için en sağlıklı olanı? Buda soru muydu?!
Tabikide ondan uzak duracaktı. Etrafındaki herkese zarar veriyordu. Onun yüzünden birinin canının yanmasını daha istemiyordu.
Alnını, uzayın sıcak alnından yavaşça çekip, soğuğun ele geçirmesine izin verdi. Heyecandan kuruyan ve titreyen dudaklarından geçirdi birkez dilini.
"Ben... inan ki, ne yapacağımı, ne diyeceğimi bilmiyorum. Çok.. garip, çok değişik davranıyorsun."
Genç adam usulca ellerini çekti kızın belinden. Biraz geriledi. Kafasını iki yana sallayıp acı acı tebessüm etti.
"İşte sen busun. Zavallı, kör, aciz... Herkesi baban sanacak kadar zavallı, benim gözlerime baktığında hiçbirşey göremeyecek kadar kör, ve acizsin." Sonra yavaş yavaş yukarı çıktı, gözden kayboldu.
Bahçeye çıktı genç kız. Bardaktan boşalırcasına yağıyordu yağmur. Umursamadı.. iki damla yaş aktı gözlerinden. En başından düşünmeye başladı başından geçenleri.
Çocukluğunuzun elinizden alındığını düşünün. Dışarı çıkamıyorsun, çikolata yiyemiyorsun, parka gidemiyorsun, oyun oynayamıyorsun. Sonra yaşadıklarınla, yaşamın sana getirdikleri ile olgunlaşıyorsun.
Birşeylerin farkına varıyorsun. Diyorsun ki artık 'tamam, bu adam benim babam. Ama beni sevmiyor ve sen bu adama muhtaçsın.'
Daha sonra büyüyorsun, kardeşin oluyor. Onu korumak için sen dayak yiyorsun, sen ceza alıyorsun. Biraz daha eziliyorsun. Biraz daha hırpalanıp, ölmek istiyorsun.
Artık genç kızsın. Yaşıtlarının yaptığı gibi, liseye gitmek istiyorsun. Fakat elin kolun bağlı. Bir mâhkum gibi evden dışarı çıkamıyorsun.
Biraz daha büyüyorsun, gelişiyorsun. 'Tamam' diyorsun. 'Tamam. Bu sefer kurtuldun. Artık reşitsin. Sana birşey yapamaz.' Ama reşit olsan da değişen birşey olmuyor. Sen hâlâ onun kızısın, zavallı, aciz, küçük, ergen bir kız..
Birkaç ay öncesinde annen ölüyor. Bir kez daha kanadı kırık bir kuş gibi kalıyorsun ortada. Birinin seni gelip, kanadını iyileştirmesini bekliyorsun. Ama boşuna.
Gelmiyor. Kimse duymuyor çığlıklarını. Herkes kulağını tıkıyor. Çünkü herkesin derdi para, mal mülk..
Artık annen yok ve sen birkaç ay sonra kurtuluyorsun o adamdan. Evden kaçıyorsun. Yanında az miktarda para var ve iş bulmak zorundasın.
Çalışmak, para kazanmak zorundasın. Kardeşine bakmak zorundasın. Düşünsenize. Daha 18-19 yaşında bir kızdan başka kimse değilsin. Ama omuzunda o kadar yük varki. 'Yeter!' Diyorsun artık. 'Yeter!'
Çalışmak için gittiğin evde patronuna aşık oluyorsun. Bir de yetmezmiş gibi o evde yatılı çalışıyorsun. Zorundasın çünkü. Ne ev alacak bir paran var. Ne de bir yakının.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ULAŞILMAZ
ChickLitGenç bir kız... Küçük bir çocuk... Üvey bir baba... Ölen bir anne... Ve ULAŞILMAZ bir adam... Genç kızın, hayatla tek başına olan mücadelesini konu edinen acıklı bir hikâye. Peki bu kız hep tek başına mı kalacak? Hayatla nasıl mücadele edecek? Soru...