Aşağı yazdıklarımı okursanız, çok sevinirim.. Desteklerinizi bekliyor olacağım.. İyi okumalar diliyorum... (bu arada yeni kitaba başladım. Adı GÜLÜMSE. Sizleri orada da görmek çok isterim.)
İmkânsız diye birşey vardı şu hayatta. İnsanların birbirinden ayrılmasına neden olan. Bazen avantaj olarak kullanılan, bazen kalbine hunharca, bıkmadan, sıkılmadan yara açan.
Paranın, olduğu gibi aşkın imkânsızı da vardı. Sen ne kadar onu sevsen de, ona hergün korkmana rağmen bağlansanda, kayıtsız şartsız ona güvensende imkânsız olan durumlar vardı işte.
Biliyorsun, seviyor. Ama ona senin yüzünden zarar gelebilir. Bunları bile bile ona yaklaşıyorsun, kaçamıyorsun. Çünkü seni ona iten bişey var. Aşk adında..
Masumca sevmişti genç kız, böyle olacağını nerden bilebilirdi ki? Onun imkânsızı, ulaşılmazı olarak kalacağını nerden bilebilirdi. Ne kadar da basit başlamıştı oysa. Hizmetçi-patron ilişkisi..
Artık içindeki aşk, ona taşıdığı heyecan, sevgi, kendisinde kalamıyordu. Haykırmak istiyordu, yere, göğe, yıldıza, dağa, taşa, toprağa, kuşlara, çiçeklere, böceklere. Duysunlar istiyordu artık. Duysanlar onu ne kadar sevdiğini. Ona ne kadar bağlandığını.
İçindekileri dökmek istiyordu. Yeterdi artık, yeter! Bu kadarı da fazla gelmişti. Başında onca dert, bela yokmuş gibi birde bu çıkmıştı.
Seviyordu onu, bilsin istiyordu artık. Ne dayanacak güç, ne tâkât kalmıştı. O da insandı. Onun da bir canı vardı. Yapma! Demek istiyordu. Yapma!
Kendini hergün bana bağlama! 'Seni ne kadar çok sevsem de, sevmemeyi yeğlerdi' demek istiyordu.
Bitsindi artık bu yere göğe sığdıramadığı sevda. Bilsindi... bilsindi ve bitsindi. Tutamıyordu çünkü artık içindekileri, fazla gelmişti.
Tutamadı da zaten. Sözcükler artık kendi kendine firara kalkıyordu dudaklarından. Tek tek dökülüyordu.
Bu iki kelime, insana bir o kadar huzur, bir o kadar dert verebilir miydi ki?
'SENİ SEVİYORUM..'
Söylemişti, ama hatırlayacak mıydı ki bu dediklerini? Hayır, hatırlayamazdı. Çünkü sarhoş olmuştu. Ne dediğini, hatta onu öptüğünü bile bilmiyordu. Bilmek istiyor muydu peki cidden? Onun kalbine, o çok sevdiği kalbine esir düştüğünü bilmek istiyor muydu?
İstemezdi. Bilmeyecekti de. Genç adam kendisinin hatırlamasını istediği için birşey söylemeyecekti. Hissetsin istiyordu çünkü, dün yaşadıkları şeyi her ne kadar unutacak olsa da hissetsin. Bu kadar zor olmamalıydı hayat, bu kadar zor olmamalıydı aşk çünkü...
Sabah başına hücum eden bir ağrı ile uyandı genç kız. Neyin ağrısıydı ki şimdi bu? O kadar düşünmemişti hâlbuki. Sahi.. dün ne olmuştu?
Doğruluk, cesaretlik oynuyorlardı. Sonra Şeymalar gitti. Sonra.. sonra...
Kahretsin!
Sonrası yoktu. Sanki bir flaşbellekten silinmiş gibi gitmişti dün yaşananlar. Ne olmuş olabilir ki en fazla değil mi ama? Bu kadar büyütmeye gerek yoktu. Var mıydı yoksa?!
Kimi kandırıyordu? Deli gibi merak ediyordu işte onlar gittikten sonra ne olduğunu. Azıcık daha zorladı hafızasını. Birşeyler geliyordu gözünün önüne, herşey silik..
Beyaz atlardan bahsediyordu, yok ya siyah atlardan bahsediyordu. Hırsız diyordu. Hayallerimin, duygularımın hırsızı. Kesik kesikdi herşey. Uzayla yaşadıkları şey kadar karışık ve bulanıktı..
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ULAŞILMAZ
ChickLitGenç bir kız... Küçük bir çocuk... Üvey bir baba... Ölen bir anne... Ve ULAŞILMAZ bir adam... Genç kızın, hayatla tek başına olan mücadelesini konu edinen acıklı bir hikâye. Peki bu kız hep tek başına mı kalacak? Hayatla nasıl mücadele edecek? Soru...