Ben Nûşirevan'dan Daha Âdilim

135 18 1
                                    



Adalet ve hakkaniyet terazisinin tartısını titizlikle kullanmakta temayüz etmiş, adaleti isminin önüne mümeyyiz bir sıfat olarak nakşetmiş, İslâmın ikinci halifesi Hazreti Ömer (radıyellâhü anh) ’nın adaleti, yönetimi altındaki insanlara saadet ve huzur iklimini yaşattığı gibi, kendinden sonra gelen idarecilere de numûne-i imtisâl olarak eşsiz fazilet örneklerinin tarihe altın harflerle yazılmasını netice vermiştir.

Modern hukukta yer alan kanun hakimiyeti, hukukta eşitlik, adaletin hızlı bir şekilde tecellisi, mahkemelerin tarafsızlığı, mülkiyetin şahsın tasarrufunda olması ve korunması, yönetenin zulüm ve hataya düşmemesi için yönetilen tarafından denetlenmesi gibi birçok hak ve hürriyete, beşeriyetin nice kanlı mücadele ve acıdan sonra ulaşabildiğini nazara aldığımızda İslâmın hayata geçirildiği o saadet dönemlerinde hepsinin bir arada nasıl da kolay yürüdüğünü görüp hayretler içinde kalmaktan kendimizi alamıyoruz.

İşte Hazreti Ömer (radıyellâhü anh) dönemine ait onlarcası bulunmakla beraber nakledeceğimiz kıssanın özelliği insan hak ve hürriyetlerinin kutsallığı ve dokunulmazlığını halifenin sadece bir cümle içinde nazara vermesinden ötürü hem çok farklı hem de çok kıymetli ve çok ibretli olmasındandır. Hadise nedir ve halife bu sözü kime neden söylemiştir, tesiri ve sonucu nasıl olmuştur? Bir cümlelik mektupla adalet nasıl tecellî eder? Okuyup görelim:

Hazreti Ömer (radıyellâhü anh) ’nın halifeliği döneminde Şam valisi olan ve Hazreti Peygamber (صَلَّي اللهُُ عَلَيْهِ  وَسَلَّمَ) ’in arkadaşlarından olan Sad b. Ebi Vakkas (radıyellâhü anh) Şam’daki bir camiyi genişletmek ister.

Bu nedenle de caminin civarındaki arsaları kamulaştırır. Herkes arsasının bedelini alır ve isteyerek arsasını camiye devreder. Ancak Şam’da yaşayan bir Yahudi, camiye bitişik olan arsasını satmak istemez. Vali arsasının değerini fazlasıyla verse de Yahudi vatandaş arsasının kamulaştırılmasına rıza göstermez. Bunun üzerine vali arsaya el koyar ve bedelini adama gönderir.

Arsasını kaybeden Yahudi, komşusu olan bir Müslüman’a derdini anlatır. Sızlanır. Bana zulmedildi, der. Müslüman vatandaş da kendisine, "Medine’ye git. Orada halife Hazreti Ömer (radıyellâhü anh) vardır. Derdini anlat. Ömer, son derece adildir, elbette seni dinler," der.

Şamlı Yahudi Medine’nin yolunu tutar. Yorucu bir yolculuktan sonra Medine’ye ulaşır. Halifeyi sorar. Vatandaşlar bir hurma ağacının gölgesinde dinlenen halifeyi gösterirler. İşte halife bu zattır, derler. Adam Hazreti Ömer (radıyellâhü anh) ’nın yanına gider. Selam verip yanına oturur. Derdini anlatır. Hazreti Ömer (radıyellâhü anh) adamı dinler. Sonra bulduğu bir deri veya kemik parçasının üzerine şu cümleyi yazar: “Bilesin ki, ben Nuşirevan’dan daha az adil değilim.” Kısa ve özlü bir cümle.

Yahudi bu yazıyı alıp ayrılır. Ama yolda giderken de kendi kendine şöyle konuşur:
“Şam’daki idarecilerin giyim,kuşam ve oturdukları yerdeki ihtişam ve debdebe nerde, Medine’deki halifede bulunan tevazu nerde.Şam’dakiler şu mütevazı halifeyi ciddiye alırlar mı? Hiç sanmıyorum.” Kendi kendine böyle konuşur.

Sonunda Şam’a varır. Doğrusu valiye gitmek de istemez. Çünkü sonuç alamayacağı kanaatindedir. Bununla beraber, mademki yorulup da oralara kadar gittim, bari halifenin şu yazdığı cümleyi valiye vereyim, der. Valinin huzuruna çıkar ve deri parçasını uzatır.

Medine’deki halifenin size mesajıdır, der. Vali bu cümleyi okuyunca, sapsarı kesilir. Uzun müddet başını yerden kaldıramaz. Sonra endişe içinde, başını kaldırıp şöyle der; arsanız size geri verilmiştir.

Yahudi vatandaş hayret eder. Şaşırır. Bir tek cümlenin valiyi bu kadar sarsacağını hiç tahmin edememişti. Merak ve dehşet içinde sorar. Lütfen bana bu cümlenin neden sizi bu kadar dehşete düşürdüğünü anlatır mısınız der.

Şam valisi Hazreti Sad (radıyellâhü anh) ,
"Bak der, sana bu cümlenin hikayesini anlatayım. O zaman benim neden bu kadar ürperdiğimi anlarsın:

İslâm’dan önce ben ve bugün halife olan Hazreti Ömer (radıyellâhü anh) İran taraflarına ticaret için gittik. Yanımıza 200 deve almıştık. İran’a vardık. Orada cirit oynayan gençleri seyrederken, birileri zorla elimizdeki develere el koydular. Çok kalabalık bir çete grubuydu, bir şey yapamadık. Elimizde para da kalmamıştı.

Üzgün bir şekilde, geceleyeceğimiz bir eski han bulduk. Hanın sahibine de sıkıntımızı anlattık. Adam iyi biriydi.Bize yardım etti. Sonra da; gidip krala durumunuzu anlatın, o adil bir adamdır, mutlaka size yardım eder, dedi. Biz de sabahleyin kralın huzuruna çıkıp durumu anlattık. Şikayetimizi bir mütercim krala tercüme etti. Kral Nuşirevan dikkatle dinledikten sonra her birimize birer kese altın verdi ve olayı inceleteceğini söyledi. Bize de, memleketinize dönün, dedi.

Biz tekrar Han’a döndük. Ama doğrusu sonuçtan çok da memnun olmamıştık. Hancı sonucu öğrenince son derece üzüldü ve burada bir hata var, dedi. Gelin beraberce gidelim, ben size tercümanlık yapayım,teklifinde bulundu. Biz de gittik. Huzura çıktık.

Hancı durumu Nuşirevan’a anlattı. Develerimize el koyan kişilerin kıyafetini, halini, olayın geçtiği yeri anlattı. Dikkat ettik, Nuşirevan’ın yüzü sapsarı kesildi.

Bir gün önceki mütercimi çağırttı. Ona sorular sordu. Sonra ayağa kalktı, her birimize 2 şer kese altın verdi, akşama kadar develeriniz gelecek, develeri alın ve sabahleyin burayı terk edin dedi. Ama giderken biriniz doğu kapısından, diğeriniz de batı kapısından çıkın, talimatını verdi. Bizler de bir şey anlamadan huzurundan çıktık.

Akşamleyin 200 devemiz kapıya geldi. Durumu anlamak için hancıya sorduk. Neler oluyor dedik. Hancı şöyle dedi:
"Sizin develerinize el koyan kişi Nuşirevan’ın büyük oğlu ile veziridir.

Bunlar bir çete kurmuşlar. Garibanların mallarına el koyuyorlar. Siz ilk gittiğinizde, mütercim bunu anlamış. Ama sizin sözlerinizi Nuşirevan’a yanlış tercüme etmiş. Böylece kralın oğlunu ve veziri korumuş. Ben sizinle gidip durumu anlatınca Nuşirevan bu oyunu anladı. Ama neden ayrı kapılardan gidin, dedi, ben de anlayamadım. Hele yarın olsun anlarız," dedi.

Hazreti Sad (radıyellâhü anh) , anlatmaya devam ediyor:

Ertesi gün ben doğu kapısından çıktım. Kapının çıkışında iki kişinin darağacına asılı olduğunu gördüm.

Halk toplanmış seyrediyordu. Sordum kim bunlar ve suçları ne, diye. Dediler ki; 'bunlardan biri Nuşirevan’ın büyük oğlu diğeri de veziridir. Bunlar, buraya gelen iki Arap’ı soymuşlar. Ceza olarak Nuşirevan ikisini de asarak idam etmiştir.' Nuşirevan kendi öz oğlunu idam etmişti.

Hazreti Ömer (radıyellâhü anh) ’nın çıktığı kapıda ise bizim şikayetlerimizi yanlış tercüme ederek, kralın oğlunu korumaya çalışan kişinin asılı olduğunu gördük.

İşte Hazreti Ömer (radıyellâhü anh) senin eline verdiği deri parçasının üzerine “Bilesin ki, ben Nuşirevan’dan daha az adil değilim” sözüyle bana bunu hatırlatıyor. Halkına zulmedersen seni darağacına çekerim diyor.

Senin gözyaşlarına bakmam, tıpkı Nuşirevan’ın öz oğlunun gözyaşına bakmadığı gibi. Şimdi anladın mı neden benim benzim sarardı? "

Bu hadiseyi bire bir yaşayan Yahudi vatandaş, hem arsasını hibe etti ve hem de İslâm'a girdi.

Fazla söze gerek var mı sizce?

Bence hayır. Bir yerlere adam seçerken, birilerine yetki verirken, kul hakkı söz konusu olduğunda, ceza ve mükafat dağıtırken, acaba Hazreti Ömer (radıyellâhü anh) gibi kılı kırk yarabiliyor muyuz? Sözüm elbette sadece yetkililere değil, herkese ama başta kendi nefsim olmak üzere herkese.
Alıntıdır.

#BenNuşirevan’danDahaAzAdilDeğilim

#MazlumunAhı

#NamusunuKorumak

✔️ KISSADAN HİSSEHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin