''İnsanın sevdiklerinden ayrılması kadar kötü bir şey yok. Sevdikleri yanında olmayınca insan pek bir garip kalıyor.''
Jane Austen/ Gurur ve Önyargı17 Ağustos 2016
''Yankı.''
Bir fısıldama... Fakat çığlık gibi.
''Neredesin?''
Yankı etrafında tam bir tur attı fakat görebildiği tek şey zifiri karanlıktı. Karanlık bir mekanda değildi. Karanlığın içindeydi.
Yankı, kendisiyle konuşmaya çalışan sesi hemen tanıdı ama yine de, ''Gökçe,'' dedi sorar gibi. ''Asıl sen neredesin?''
Tam o anda bir ışık parıldadı. Çok, çok zayıf bir ışık... Biraz sonra Gökçe, pembe sütyeni ve mor kiloduyla kızın karşısına çıktı. Çöplükte bulunduğu gün üzerinde olan iç çamaşırlardı bunlar. Yankı, Gökçe'yi incelerken kızın kolundaki siyah kurdeleye nedense birkaç saniye uzun baktı. Omzuna dokunan kısa saçları dağılmıştı. Kahverengi gözlerinin altında yorgunluğunu yansıtan halkalar yerini almıştı. Ardından gözleri kızın boynuna dokudu. Boğazında boydan boya bir morluk vardı. Katilin sıkıp, nefesini kestiği boynunda...
''O...'' dedi. Yalvarır gibi Yankı'ya bakıyordu. ''Bulundu mu?'' Gökçe'nin soru sorar gibi değil de, umut dolu bir sesle bunu sorması Yankı'yı perişan etti. Gözlerinden yaşlar süzülürken başını iki yana salladı.
''Senin cesedin bulunduğundan beri herkes onu aradı ama hiçbir iz bulunamadı.''
Gökçe gözlerini kapattı ve eş zamanlı olarak iki damla yaş yanaklarından süzüldü. ''Neden?'' dedi. ''Neden yeterince aramadın? Sen benim dostum değil miydin?''
Yankı tam bir açıklama yapacaktı ki, Gökçe birden ışığını kaybetmeye, karanlığa karışmaya başladı. Ardından tamamen yok oldu. ''Gökçe!'' diye bağırdı Yankı, cevap alamayacağını bilerek. Yine de var gücüyle nereye gittiğini bilmeden koşuyor, ''Gökçe!'' diye bağırmaya devam ediyordu. Avazı çıktığı kadar, son kez bağırdı: ''Gökçe!''
*Yankı, çığlıklar eşliğinde uyandığında bir çift kol hızla kızın vücuduna dolandı. Birkaç korku dolu saniyenin ardından, Yankı kendisine sarılan kolların Hakan'a ait olduğunu nihayet kavrayınca rahatladı.
Çıplak bedenleri birbirine dolanmış bir şekilde, başları yastığa değene kadar gerilediler.
"Yine aynı rüya mı?"
Hakan, kızın sakinleşmesine yetecek kadar süre geçtikten sonra, bu soruyu laf olsun diye sormuştu çünkü cevabını biliyordu. Yankı, ona gördüğü rüyalardan bahsetmişti. Birkaç gün sonra Gökçe'nin kaybolduğu tarihin yıl dönümüydü ve Yankı bunun psikolojik etkilerini her şekilde hissediyordu.
Yankı, bu soruya cevap vermek yerine, "Gideceğini sanıyordum," dedi.
İkisi evli değillerdi fakat aralarında ikisinin de aptalca bulduğu ruhani bir bağ vardı. Bir türlü birbirlerinden kopamıyorlardı. Hakan için bir sakıncası yoktu çünkü Yankı'nın kolları arasında uyuyakalmayı, ertesi sabah kadının onu öperek uyandırmasını seviyordu.
Ama Yankı için durum pek öyle değildi.
Aşık olduğu ilk erkek Hakan'dı. Çekici, nazik, işinde başarılı, kısaca bir kadının aradığı tüm özellikleri barındıran Hakan. Yankı, onunla ilgili tam olarak bu düşüncelere sahipti ama bu ikisinin birbirlerinden tamamen farklı oldukları gerçeğini değiştirmiyordu. Hakan beyazsa, Yankı siyahtı. Hayattan beklentileri o kadar farklıydı ki... Yankı, Hakan'ı geleceğinde herhangi bir noktada göremediğini düşünüyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ÖLÜLER KONUŞAMAZ
Teen Fiction"Karanlıkta kalınca gözlerini sımsıkı yumardı çünkü kendi yarattığı karanlık, maruz kaldığı karanlıktan daha vicdanlı gelirdi." 21 Ağustos 2005. Saat 02.53 Sadece eğlenmek için beş arkadaş yola çıktılar. Fakat gecenin sonunda eve dört kişi döndüler...