"Palto giymeye üşenirken bu koca dünyayı nasıl sırtımda taşırım ben? İçinde bulunduğum durumu kimseye anlatamam. Ben bile anlamıyorum ki, başkasına nasıl anlatayım?"
Franz Kafka/ Milena'ya Mektuplar10 Mart 2005/ Perşembe
''Gökçe?''
Gökçe, kitabının kenarına uzaylı resmi çizerken adını duyunca istemeden titredi. Tarih dersindelerdi ve kitaplarındaki testleri çözüyorlardı fakat Gökçe dersten kopmuştu. Aslında bildiği konulardı fakat derse katılmak içinden gelmiyordu. Kendini sürekli uzaklara dalarken buluyordu ve işin garip tarafı her seferinde boşluğa ne zamandır daldığını hiç bilmiyordu.
''Efendim?''
''On sekizinci sorudayız.''
Gökçe hızlıca soruyu okudu. Neyse ki yorum sorusuydu. I. Dünya Savaşı'nın nedenlerinden bazıları maddeler halinde verilmişti ve bunlardan hangilerinin doğrudan milliyetçilikle ilgili olduğu soruluyordu.
''A şıkkı,'' dedi Gökçe. Öğretmen cevabı kontrol ettikten sonra doğru olduğunu söyledi ve Yankı diğer soruyu cevapladı. Gökçe ancak o zaman sıra sıra sorulara cevap verdiklerini fark etti.
İlk dersi atlattıklarında, ''İyi misin?'' dedi Yankı, Gökçe'nin omzuna dokunup. O sırada Burcu cüzdanını alıp kantine gitmişti. ''Şu sıralar cidden çok dalgınsın. Sınava bu kadar az kalmışken iyi değil.''
''Ders çalışma konusunda bir problem yaşamıyorum,'' dedi Gökçe. Murat'la yaşadıkları o olaydan beri evden uzaklaşmak için tüm fırsatları değerlendiriyordu. Kendine bahaneler uyduruyordu ve ona en çok faydası dokunan bahanesi gece geç saatlere kadar kütüphanede ders çalışacağını söylemesiydi. Gerçekten de çalışan insanların yanında garip bir şekilde iştahı kabarıyor, hararetli bir şekilde ders çalışıyordu. Şu son birkaç günde bile bilgisine oldukça bilgi katmıştı.
''Umarım,'' dedi Yankı. Arkadaşı için endişelenmeden edemiyordu. Hayat, ona nasıl bir gelecek çizmişti bilmiyordu ama Yankı, Gökçe'nin geleceğinin aydınlıklar içinde olması gerektiğine inanıyordu.
Burcu elinde bir bardak kahve ve iki çikolatayla geri döndü. Kahveyi Gökçe'ye uzattı. ''Senin için. Derste bir horlamadığın kaldı.'' Gökçe gülümserken Burcu, çikolatalardan birini Yankı'ya uzattı. Yankı teşekkür edip çikolatadan bir ısırık aldı.
Kızlar bir süre oturup havadan sudan konuştular. Yaklaşan sınav onları oldukça tedirgin ediyordu. Aslında hepsi birkaç sorunun hayatlarını şekillendirmede önemli rolü olmadığını içten içe biliyordu. Neticede bir sınav hiçbir şeyin başlangıcı olamayacağı gibi hiçbir şeyin sonu da olamazdı. Elbette önemliydi ama asla kaderin majör düğümlerinden biri değildi. Sadece kaliteli bir yerde eğitim almak birkaç kolaylık sağlardı, hepsi bu.
Yankı araştırdığı okulları arkadaşlarıyla paylaşırken Gökçe sınıfın kapısının yanında bir hareketlenme fark etti. Ardından tanıdık bir yüz diğerlerinden ayrıldı ve sonunda görüntü, kendisine gülümseyen Alper'e dönüştü.
Gökçe'nin dudaklarında ister istemez bir gülümseme belirince Burcu ve Yankı da refleks olarak kapıya baktı. Alper diğer kızlara da gülümsedi ve ardından Gökçe'ye eliyle gelmesini işaret etti.
Yankı'nın tek kaşı havaya kalktı. ''Neden o gelmiyor da ayağına çağırıyor?''
''Belki özel bir şey söyleyecektir,'' dedi Burcu, ciddiyetle. Ardından Gökçe'ye döndü. ''Hadi git, çocuğu bekletme.''
Gökçe geçen muhabbetten dolayı biraz utanmıştı ama sakinliğini koruyup, ''Delirmeyin,'' dedi. Ardından kalkıp Alper'in yanına gitti.
''Selam,'' dedi Alper, yüzünde kocaman ve insanın içini ısıtan bir gülümsemeyle.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
ÖLÜLER KONUŞAMAZ
Novela Juvenil"Karanlıkta kalınca gözlerini sımsıkı yumardı çünkü kendi yarattığı karanlık, maruz kaldığı karanlıktan daha vicdanlı gelirdi." 21 Ağustos 2005. Saat 02.53 Sadece eğlenmek için beş arkadaş yola çıktılar. Fakat gecenin sonunda eve dört kişi döndüler...