"Aşkın kötü tarafı insanlara verdiği zevki, eninde sonunda ödetmesidir. Şu veya bu şekilde. Fakat daima ödersiniz."
Ahmet Hamdi Tanpınar18 Mart 2005/ Cuma
Gökçe kahvaltısını yapmış, formasını giymiş, aynada kendisini izliyordu. Normalde hiçbir zaman nasıl göründüğünü umursayan bir insan olmamıştı ama son zamanlarda güzel görünmek istediğini kendisine itiraf etmek zorundaydı.
Genç kızın saçları o kadar düzdü ki bazen hiç taramadan sokağa çıktığı oluyordu. Bu durum daha önce hiç gözüne batmamıştı ama şimdi nedense ona çok klasik geldi. Dış görünüşünde bir şeyler değiştirmek istiyordu ama bunu nasıl yapacağını bilmiyordu.
Aynada kendisini o kadar uzun süre incelemişti ki evden çıkması gereken saati neredeyse kaçıracaktı. Dün gece hazırladığı çantasını kapıp kapının önünde ayakkabılarını giydi. O sırada annesi de onu uğurlamak için kapının önüne geldi. Gökçe'nin tam bu an şüphelenmesi gerekiyordu çünkü annesi onu pek kapıdan uğurlamaz ya da eve gelince kapıda karşılamazdı.
''Okula mı?''
Gökçe'nin gözleri kısıldı. ''Nereye olacak başka?''
''Sınava az kaldı,'' dedi annesi. ''Kendini nasıl hissediyorsun? Konularını yetiştirdin mi?''
''Evet,'' dedi Gökçe diğer ayakkabısını giyerken.
Zeynep daha faza dayanamamış olacak ki kızı kolundan tutup dikkatini kendisine vermesini istedi. Gökçe, kaşları çatılmış bir şekilde Zeynep'e bakarken karşısındaki kadın olabildiğince kısık sesle konuştu: ''Ne var o Erdem'le aranda?''
Gökçe'nin gözleri kocaman açıldı. Aslında şaşırmaması gerektiğini o da biliyordu. Mahallede çoğu kişi birbirini tanırdı ve okulda da bu konu bir süredir gündemdeydi. En basitinden, Canan annesine bahsetse bu durum seksen kere Zeynep'in kulağına gelirdi. Aslında biraz geç bile kalınmış sayılabilirdi.
''Ne duydun?'' dedi Gökçe temkinle.
''Sevgilinmiş.''
''Öyle bir şey yok,'' dedi Gökçe. Zeynep'in şüpheci tavırları sürünce, ''Gerçekten,'' dedi. ''Hem neden bu kadar telaşlanıyorsun ki? Erdem'in kötü bir niyeti olmadığını bilecek kadar uzun bir süredir tanıyoruz onu.''
''Ona şaşırıyorum ya zaten,'' dedi annesi. ''Siz neredeyse kardeş gibiydiniz. Nereden çıktı bu şimdi?''
''Bir şeyin çıktığı yok,'' dedi Gökçe. ''Geç kalıyorum anne, sonra konuşalım.'' Bu cümle biraz bahane olarak, biraz da gerçeği yansıtan bir cümleydi. Zeynep, derin bir nefes alıp başını salladı ve kızının kolunu bıraktı. Gökçe, kurtulduğu için neredeyse sevinç çığlıkları atacaktı.
Otobüs yolculuğu her zamanki gibi notlarla geçti. Sınava bir hafta kalmıştı. Gökçe tüm konuları yetiştirmesine ve soru olarak da oldukça tecrübeli olmasına rağmen korkmadan edemiyordu. Bu, onun ilk ve son umuduydu.
Otobüsten inip çantasını toparladıktan sonra okula doğru ilerledi. Yine neredeyse ucu ucuna yetişmişti.
Her zamanki gibi ilerlerken gözüne yabancı bir şey takıldı ve kafasını hafifçe yola çevirdi. Tanıdık bir arabanın içinde tanıdık iki yüzü ayırt etti.
Gözlerini kısarken kalbinin atışı hızlanmıştı. Burcu ve nişanlı olduğu için görüşmeyi bıraktığı, kendisinden neredeyse on beş yaş büyük olan adam... Arabanın içinde oturuyorlardı. Burcu başını önüne eğmişti. Selçuk denen herif ise vücudunu ona çevirmiş, bedenini hafifçe kıza doğru eğmiş, bir şeyler anlatıyordu. Gökçe'nin damarlarındaki kan hızlandı ve koşarak arabaya doğru ilerledi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ÖLÜLER KONUŞAMAZ
Fiksi Remaja"Karanlıkta kalınca gözlerini sımsıkı yumardı çünkü kendi yarattığı karanlık, maruz kaldığı karanlıktan daha vicdanlı gelirdi." 21 Ağustos 2005. Saat 02.53 Sadece eğlenmek için beş arkadaş yola çıktılar. Fakat gecenin sonunda eve dört kişi döndüler...