( Giriş gelecekten kesittir.)
☆☆☆
Kadın yavaş adımlarla uçurumun kenarına yürümeye başladı. Her bir adımında rüzgâr sanki ona inat daha hiddetli esmeye çalışıyordu. Kadının dudaklarında ufak bir gülümseme oluştu.
Geldiği ilk gün gibi hala aynı derecede buradan etkileniyordu. Önünde karşılıklı duran iki ağaca baktı. Ne kadar da yıkılmaz gözüküyorlardı. Acaba heyelandan sonra da böyle duracaklar mıydı? Yoksa yıkılıp uçurumun derin geçmişinde mi kaybolacaklardı?
Birkaç adım daha attıktan sonra uçurumun en uç noktası olan iki ağacın arasına ulaştı. Elini yavaşça sabah aceleyle topladığı saçlarına götürdü. Tokayı çekip çıkardı. Güneşle yarışabilecek olan sarı saçları özgürlükle uçuşmaya başladı.
Kadın içine derin bir nefes çekti. Yine bu aralar nefes alma ihtiyacı artmıştı. Boğulduğunu hissetmiyordu, aksine boğulduğunu biliyordu.
Saçları rüzgârla dans ederken onu izleyen adama doğru hafif bir şekilde kafasını çevirdi. Adamın yüzünden hiçbir ifade okunmuyordu. Buz mavisi gözleri hissizlik sisi içinde dolaşıyordu sanki. Ama kadın onun iliklerine kadar hissettiğini biliyordu. Onun hislerini artık kendi hislerinden daha iyi biliyordu.
"Biliyor musun? Küçükken başıma ne zaman kötü bir olay gelse, kendimi kötü hissetsem, ruhumun kirlendiğini anlasam kendimi dışarıya rüzgârın kollarına atardım." Kafasını gökyüzüyle yeryüzünün birleştiği yere çevirdi. Kollarını yavaşça yukarıya doğru kaldırmaya başladı ve omuz hizasına yatay gelecek şekilde açtı. Gözlerini yavaşça kapattı. "Kollarımı açıp gözlerimi kapatıp kendimi sert esen rüzgârın etkisine bırakmak isterdim." Bir süre sessizce sustu. Sonra konuşmaya devam etti. "Neden biliyor musun? Rüzgâr ne kadar sert eserse, ruhuma o kadar etki edeceğini düşünürdüm. O estikçe ruhumdaki kötülükleri alacak ve ben mutlu olacağım. Tüm kötülüklerim o rüzgârla beraber uzaklara gidecek."
Genç adam acıyla yutkunup gözlerini sımsıkı yumdu. Daha fazla bu görüntüye bakabileceğini sanmıyordu. Genç kadının acısını en derininde hissediyordu. Bu acı onu mahvediyor, yakıyor, küllerinin her bir zerresini bu rüzgârla savuruyordu. Zorlukla açtığı gözlerini yıkılmaz gibi gözüken kadına çevirdi. Hâlbuki biliyordu, bu kadın yüz binlerce parçadan oluşuyordu.
Cümlelerini dinlememek için kulaklarını kapatmak istesede ruhundaki acı buna engel oldu. Kadın birden ellerini indirdi ve gözlerini açtı. Arkasına döndü, adama doğru yavaş adımlarla yürümeye başladı. Adamın bir, iki metre uzağına gelince durdu.
Kadının amber rengindeki güneşin ateşiyle harmanlanmış gözleri adamın buzların yakıcılığıyla harmanlamış buz mavisi gözleriyle buluştu.
Kadın alayla konuşmaya başladı. Alayı cümlelerine değildi, yaptığı hatalaraydı. Kendisineydi.
"Dediğim gibi küçük bir çocuktum. Bunları kendi ruhumu kandırmak için yaptığımı daha sonra çok acı tecrübelerle öğrendim." Yüz ifadesi aynı adamın ifadesi gibi acı bir hal aldı. "Ben, benim ruhuma zincirleri vurduklarında anladım. O rüzgâr, benim hayatımı dört bir yana dağıtmak için an kolluyormuş ve bende ruhumu bile isteye onlara sunmuşum."
Kadın bir kez daha adamın bir şey demesine izin vermeden ruhunun döküntüleriyle gitti. Adam bir kez daha ona yardım bile edemeden arkasından kadının ona bıraktığı acılarla baktı kaldı.
Adam biliyordu asla o kadına yardım edemeyecekti. O kadına hiç kimse yardım edemeyecekti.
☆☆☆
Hikâyenin bölümlerini kaldırdım ve düzenlemeye aldım. Bölümleri düzenledikçe atmaya devam edeceğim.
Bol yıldızlı geceler dilerim. 🌌
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Yeryüzündeki Yıldızlar
General Fiction"Ben yaptıklarımdan dolayı sadece ölülerden özür dilerim. Ve sevgilim," parmaklarımı narin bir şekilde çenesinde gezdirdim. "Sakın beni senden de özür dilemek zorunda bırakma."