either try or die to try

3.8K 171 15
                                    

Gözlerimi açmayı denesem de gözümün önündeki beyaz örtü nedeniyle hiçbir şey göremiyordum. Elimi alnıma götürüp kafamdaki tülbenti kaldırdım. Tam o sırada odanın yanından gelen sesle yerimden kalktım eve polar çorap giydirdikleri ayaklarımı kendime çektim. "O tülbenti tekrar alnına koy, çok ateşin var."

"Sen de kimsin?" dedim odanın bir ucundaki kanepeye yayılmış ve telefonuyla ilgilenen genç adama. Bu adamı hayal meyal hatırlıyor gibiydim ama en son neler olduğundan emin değildim. Gece Ufuk'u dövdüklerini ve sabah bastonlu adamın onu götürdüğünü hatırladım bir anda.

O an aklımdaki her şeyi bıraktım. Nerede olduğumu, nasıl buraya geldiğimi, beni kimin temizlediğini bile bir kenara attım ve yataktan kalktım. Ben yataktan kalkınca genç adam da sert bakışları ile yerinden kalktı. "Ufuk'u nereye götürdünüz?" diye ona doğru yürümeye başladım. O da bana yaklaşmaya başlayınca olduğum yerde bekledim. Elini alnıma koyduğu saniye ani bir refleksle elini ittirdim. Bu hareketimle dudakları kıvrıldı. "Güzel refleksler küçük kız ama ateşine bakmam gerekiyor." Ona cevap vermeyip dik dik bakmaya devam ettiğimde sinirli olduğumu anlamış olacak ki "Ufuk nerede, hatta Ufuk kim onu bile bilmiyorum. Senin ateşine bakmam, sana yemek yedirmem gerek. Senin de kendini iyi hissettiğinde bana tüm olanları anlatman gerekiyor. Tamam mı?" dedi.

"Sana neden güveneyim?" dedim kollarımı önüme bağlayıp. "Çünkü güvenebilecek başka hiçkimsen yok." dediğinde haklı olduğunu bilsem bile bir şey demedim. Ona sırtımı döndüm ve yatağa doğru yürüyüp yorganı tekrar üzerime çektim. Ateş beni yorgun bir hale getirmişti. Bunun nedeni günlerdir doğru düzgün beslenmemem de olabilirdi elbette. Boğazım da çok ağrıyordu. Genç adam hala beni izlerken kafamı kaldırıp odaya göz gezdirdim. Adamın oturduğu koltuğun yanındaki sürahiyi gördüğümde yavaşça oraya doğru yürümeye başladım. Sürahiyi elime aldım ve bir bardak su doldurdum. Tam suyu içmeye yeltenirken elimden bardağın çekilmesi ile afalladım. Gözümün önüne beyaz bir hap gelince adama doğru dönüp "Bu ne?" dedim. Alaycı bir ifadeyle "İlaç." dediğinde yüz ifademi sabit tutup elinden suyu alarak hapı yuttum. İlaç olmayabilirdi, beni öldürebilirdi bile ama umursamazlık seviyem üst sınırlara ulaşmıştı ayrıca beni öldürücek olsa polar çorap giydirmezdi.

"İsmimi," dedi "hatırlamıyor musun?"

"Hayır." dedim tok bir sesle. "Seni de, bana neler olduğunu da hatırlamıyorum. En son hatırladığım şey Ufuk'u alıp götürmeleriydi. Oradan sonrası yok."

"Tam benim olduğum kısımda mı sıfırlandı hafızan be şansımı sikeyim." diye mırıldandığında "Seni neden tanımam gerekiyor?" diye bir soru yönelttim. "Çünkü bu evde güvenebileceğin tek insan benim."

Günlerdir gülmediğim için yüz kaslarımı ağrıtıcak şekilde bir kahkaha attım. "Bu evde birine güvenmek mi? Almayayım ben." diyip gülmeye devam ettim. Sinirlerim bozulmuş gibi gülüyordum. Gözlerimden yaşlar geliyor, karnım felaket derecede ağrıyordu. Bunlar başıma gelenlerin yanında hiçbir şeydi. Ailem büyük ihtimalle öldüğümü düşünüyor, en yakın arkadaşım ise ölümle cebelleşirken ben nerede olduğunu bilmeden bu odanın içinde kahkaha atıyordum. Kahkahalarım histerik hıçkırıklara dönmeye başladığında yere çöküp dizlerime sarıldım bir anda. Küçücük bir kız çocuğu gibi hissettim kendimi. Tek isteğim babamın beni kucağına alıp sağa sola sallaması "Benim görkemli Ilgaz'ım buna mı ağlayacak, peh!" demesiydi. Dakikalar da olsa ne ağlamam duruyordu ne de hıçkırılarım. Sarsıla sarsıla ağlamasam bile kendimi durduramıyor, durmadan ağlamaya devam ediyordum.

O an Alp'e sarılmak istedim, annemin kokusunu içime çekmek. Ben oraya çöküp hıçkırarak ağlarken yanımda sadece ailemi istiyordum. Aynı lunaparkta kaybolmuş küçük bir kız çocuğu gibi. Fransa'da kaybolduğum o yaz gecesi gibi. Dünya üzerinde olmak istediğim tek yer evimdi. "Ben eve gitmek istiyorum artık." dedim hıçkırıklarım yavaşlarken. Kaç dakika ağladığımı bilmiyordum. Ama tüm bu süre zarfında o odada beklemişti. "Elimden seni evine göndermek gelir mi bilmiyorum." dedi o genç adam önümde eğilerek. "Ama söz sizi bir şekilde buradan çıkaracağız. Gözyaşlarımı sildim bana o şekilde bakarken. Elbette kıpkırmızı -bu sadece bir tahmindi aynaya bakmayalı asır olmuş gibi hissediyordum- ve yanan gözlerim için durum değişmemiştir ama yine de gözlerimi iyice silmeyi denedim.  Gözünde ne kadar güçsüz duruyorumdur kim bilir? Güçlü durmaya mecalim kalmamıştı ki?

"Adın ne?" dedim aniden. "Sen kimsin ve neden buradasın?"

"Aslında baygınlık geçirmeden önce bu soruların hepsinin cevabını biliyordun ama baygınlık geçirdiğinde seni o depodan çıkarıp eve taşıdım ve şimdi yeniden başlıyoruz." Dik dik suratına bakmaya devam ettim. Beni buraya taşımış olmasının zerre bir önemi yoktu benim için.

"Adım Kayahan, sizi alıkoyan insansa dedem. Birkaç gündür evde bir terslik olduğunu sezdiğim için depoyu ziyaret etmek istedim. Tahmin ettiğim gibi çıktı, bir terslik varmış."

"O adam senin deden mi yani ve sen çıkıpta bana güven diyorsun? Öyle mi? Ben mi yanlış anladım?" dedim bağırarak bir anda. "Neyin içine düştük biz ya. Anlamıyorum ki." elimi saçlarıma geçirip odanın içinde bir sağa bir sola yürümeye başladım. Kayahan arkamdan konuşmaya başladığında kafamı ona çevirmeden dinlemeye başladım.

"O adam dediğin kişi Cemal Erkara. Seni ve arkadaşını şuracıkta öldürür ve kimsenin ruhu duymaz. Polis bilir ama bir şey yapamaz. Eli o kadar uzundur ki, seni bile mezarından çıkarır kendinin öldürmediğine inandırıp bir daha vurur. Yani anlayacağın, benim ya da onun dediklerini yapmadan bu evden dışarı adımınızı dahi atamazsınız. Size şu an bir garanti vermiyorum. İlk önce bana başınıza gelen her şeyi anlatman gerek."

Sırtımı yasladığım deri yatak başlığına biraz daha gömülmeyi denedim. Kayahan'ın dedikleri beni daha da ürkütmüştü. Buradan çıkamayacak olmak beni çok korkutuyordu. Kayahan'ın gözlerinin içine baktım o an. Bana oldukça saf bir şekilde bakıyordu. "Neden?" dedim. "Ne neden?" dedi.

"Neden bunu yapıyorsun? Sonuçta o senin deden."

"Herkesin kendince sorunları vardır Ilgaz, peki sen var mısın?"

"Varım." dedim yüzümde kinli bir gülümsemeyle. "Ya deneyeceğim ya da denerken öleceğim."

Eliyle koltuğun yanındaki boşluğa vurdu oturmam için. İkimizin de soruları vardı ve beni buradan kurtarabilecek tek kişi sanırım oydu. Belki bir oyunun içinde bile olabilirdim ama denemekten başka çarem olmadığı kesindi.

"Doğum günü akşamımdı..."

dolunay| yarı textingHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin