Düğün

4.7K 227 4
                                    


Zoraki işe gidilen bir gün daha. Sağ ayağım geri geri sol ayağım dört nala ileri gidip dizginlemeye çalışırken dükkana geldiğimi fark ettim. Bir balıkçıdan beklenildiği üzere sabah 9'da Ali'den başka kimse yoktu. Gardımı aldım, ifadesiz yüz ifademi takındım ve içeri girdim. İçeri girer girmez Ali'nin kolundaki saati tıklatmasıyla ifadesiz maskem düştü.

Sinirle biraz güldükten sonra: "Pardon da ne bu tripler?"

"Trip? Bence ne demek istediğimi çok iyi anladın sen."
Bazen iş konusunda rahatsızlık verici derecede takıntılı olabiliyordu.

"Sabahın 9'unda kim buraya gelir... Neyse, sana hiç laf yetiştirmeyeceğim. Senin aksine verimli bir iş günü istiyorum."

Ali istediği düello ortamını yakalayamamış olacak ki karşılık vermeden duramadı.

"Haklısın, saat 9'da kimse gelmez ama 10'da Rus misafirimiz var."

Bingo! Aklımdan çıkardım şu 'meşhur' Rus misafir nihayet gündeme gelmişti. Kısa bir süre içinde yüz ifadem değişse de belli etmemek için arkamı döndüm ve mutfağa doğru yürümeye başladım.

"Ne o, belli bir ırkçılık mı seziyorum? Yoksa kıskançlık mı? Ya da sorunlardan kaçmak mı?"

Bilerek mi yapıyordu? Özellikle damarıma basan konuları nasıl bu kadar güzel bilebiliyordu? Bir hışımla önüme döndüm ve sabrım taşana kadar susup beklemeyi seçtim. Ama onun sırıtan yüzünü görünce beklemek oldukça zor bir karardı.

"Ne o, iç dökme seansı mı bu?"
Uykusuz bünyem, ne idüğü belirsiz 'Rus' olayı, tipik Karadenizli'ye has asi ruhum ile fırtınaya dayanmaya çalışan çürük bir dal gibiydim.

"Keşke öyle olsaydı. Ben de bir rahatlardım ama. Senin de anladığın üzere benim için önemli misafirim var ve sen çalışmayı hiç de düşünmüyorsun."

"Öyle mi? Önemli misafir?" gözlerimi kapatıp bir süre bekledim. Yavaşça açtığımda taşmayı bekleyen gözyaşlarımı durdurmak için tavaba baktım ve konuşmayı sürdürdüm:"Özür dilerim, bir çalışan olarak ve önemsiz bir konumda önemli misafirini önemsemediğim için. Ayrıca, ne duruyorsun? Döksene içini. Hem önemli misafirinle rahatlamış bir halde ilgilenirsin."

Gözlerini bana dikmişti. Bu bakışlar, avcının avına yönelttiği bakıştan çok daha sertti. Çenesi seğirmişti; bu da gerçekten sinirlendiğinin canlı kanıtıydı.

"Bıkmıyorsun değil mi? Mızmızlanmaktan, bir şeyleri anlamamaktan... Seni hep idare ettim. İdare etmeyi bırak, yanlış şeyler yaptım. Yokuş aşağı yuvarlandım. Hiçbir şeyden zevk alamadım aşktan, mutluluktan..."

"Tabi, bir insan hovardalıktan nasıl zevk alır ki zaten? Onca kız, onca pislik..." cümlenin devamını getiremedim.

"Artık ne diye adlandırırsan adlandır. Ama bunları yaparken hep nefret ettim kendimden. Ama sen bunları görmedin. Gerçek sevgiyi bilmedin, anlamadın. O yüzden bilmeden konuşma."

"Vay be. Bunca zamandır ne kinmiş bu. Ne kadar da kötü biriymişim ben! Her neyse, seni bencilliğimden arındırıyorum."
Yaka kartımı çıkarıp yere fırlattım.

"Gerçek sevgiymiş. Sen... Mutlu olamayacaksın. Biliyor musun? Evlenemeyeceksin bile? Ağına taktığın kızlar bile bıkacaklar senden? Kime ne anlatıyorum ki ben? Aşktan anlamayan kalpsiz pisliğin tekisin"

Arkamı dönüp kapıya yöneldim. Ali'nin bu konudaki son yalanını da görmezden gelip hızla uzaklaştım.
Bu sefer ağlamamıştım. Aklım, fikrim, kalbim öfkeyle doluyken gözlerim işlevini kaybetmişti. Ama bu iyi bir şeydi; olan biteni ailemde bir kişi bile anlarsa gözlerim ağlama görevini yerine getirecekti.

Karadeniz Fırtınası(Düzenleniyor)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin