Rüzgar'lardan biri ayaklanınca diğerleri de ayaklandı. Birbirlerine baktılar. Neden paniklemişlerdi? Rüzgar hariç. O ellerini yine ceplerine sokmuş bu tarafa bakıyordu. Panikleyip ağacın arkasına iyice sindim. Görmüş müydü? Ah aptal tabi ki gördü. Kimi kandırıyorum. Su bana özür diler gibi bakarken ben kaşlarım çatık ne yaptın sen? bakışı atıyordum. Evet birbirimizi bakışlarla anlaşacak kadar iyi tanıyorduk.
"Anka ve Su siz bizi mi dinliyorsunuz?"
Evet görmüştü. Diğerlerinin gözleri Rüzgar'lardan biriyle bizim olduğumuz ağaç arasında gidip geliyordu. Su'yla bakışıp tereddütlüce çıktık. Hepsi bizden açıklama bekliyordu.
"Dinliyoruz."
Görüyoruz. Birazcık pazarlık yapmaktan bir zarar gelmez değil mi?
"Açıklayacağım ama sizde bana burada nasıl üç tane Rüzgar olduğunu açıklayacaksınız." dediğimde Su "Aynen" diyerek beni destekledi.
Benim lafımdan sonra hepsi duraksadı. Ardından hepsi kahkaha atmaya başladı. Ne?
"Komik mi lan ne gülüyorsunuz?" dedim.
Kıvırcık olan yere oturup bir yandan kahkaha atıyor bir yandan yeri yumrukluyordu. Bu kadar neye güldüler merak ettim doğrusu. Sarışın olan kahkahalarının arasında "onlar üçüz." dedi. Kaşlarım havaya kalkarken "o zaman hanginiz Rüzgar'sınız?" dediğimde gülüşünü sakinleştirmiş gülmemek için dudağını dişleyen elini kaldırdı. boğazını temizleyip ciddileştikten sonra "sıra sizde. Burada ne arıyorsunuz?" dedi. Su "Burası sizin sokağınız mı canım? Herkes geçebilir buradan." diyerek savunma yaptı. Rüzgar "peki durup bizi dinleme yetkisini kim veriyor?" dediğinde Su başka taraflara bakmaya başlamıştı. Buna tabi ki cevabı yoktu. Kankamın imdadına yetişmek için "senin kardeşlerini görünce şaşırdıkta... ondan şey ettik." diye geveledim. Su'nun başladığı işi devam ettirmiştim. Biz birbirimizi tamamlıyorduk.
Diğerleri de kendini sakinleştirmişti. Kıvırcık olan yerden kalkmıştı. Rüzgar'ın kardeşlerine baktım. Birisinin saçı kumrala kaçarken diğerinin gözü maviye yakın bir renkti. Rüzgar'ın gözleri tamamen yeşildi. Zümrüt yeşili olduğunu tahmin ediyordum. Yakından bakınca farkları vardı. Ama uzaktan aynılardı. Kumral saçlı olanın bize bakarak sırıttığını sonradan farketmiştim. Soru sorar gibi baktım. Hala neye sırıtıyordu? Sırıtmaya devam ederken "Rüzgar bizi arkadaşlarınla tanıştırmayacak mısın?" dedi. Biz arkadaş mıydık? Hayır değildik.
"Senin o gözlerini oyarım lan!" Su yine celallenmişti. Öne doğru atılacakken kolundan tuttum. Ama biraz daha sırıtmaya devam ederse ağzının ortasına ben çakacaktım. Gözleri maviye kaçan kardeşleri "Ata." diyerek onu uyarma babında omzuna hafif vurdu. Gözlerim Ata'nın koluna kaydı. Ceketiyle beraber tişörtünün kollarını sıvamıştı. Kolunda ki kuru kafa dövmesi kendini belli ediyordu. Dövmesi hoşuma gitmişti. Gruptan bir kız kollarını göğsünde kavuşturup "Ata her kıza asılmak zorunda değilsin." dedi. Ata sırıtarak "Kıskandın mı Melek?" dedi. Adının Melek olduğunu öğrendiğim kız yüzünü buruşturarak "Senin neyini kıskanayım? Kızlar rahatsız oluyor diye dedim." dedi. Ata göz kırpmadan önce "Eminim öyledir Melekciğim." dedi. Gıcıklık yapıyordu. Melek göz devirdi.
Melek saçlarını açık bırakmıştı. Beline kadar uzanan kumral saçları vardı. Gözleri ise bal rengindeydi. Gözleriyle uyumlu bir tişört altına siyah bir pantolon giymişti. Ama kahverengi gözlü olmayanda ne biliyim yani... Meleğin yanında bir kız daha vardı. Melek ne kadar sevimli ve cana yakın görünüyorsa bu o kadar asi görünüyordu. Göbekten siyah tişört ve siyah pantolon giymişti. Ceket olarak siyah deri ceket seçmişti. Zaten koyu, siyaha yakın saçları vardı. Küt kesimdi. Ama gözleri o kadar siyahın içinde mavi mavi parlıyordu. Parlıyor mu dedim? Etrafa buz gibi soğuk bakışlar atıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
sonsuza kadar (Tamamlandı)
Teen FictionRuhları ve akılları aynı noktada buluşmuş iki insan; Anka ve Su. "sonsuza kadar" dediler, "sonsuza kadar dostuz." Maceralarını, hayallerini, üzüntülerini, sevinçlerini birlikte yaşayan iki dost. "bu sonsuzluk işareti bizi temsil etsin." dedi Su, "On...