6| Push & pull

433 44 32
                                    

( Cheeze - Madeleine Love )

Ertesi sabah ilk uyanan bendim. Sooyoung'un kolları belimdeydi ve dudaklarımız neredeyse birbirine değiyordu. Yine o tuhaf his yakama yapışınca kendimi geri çekmek zorunda kaldım.  Sırtımı duvara dayadığımda Sooyoung ile aramızda yeterli miktarda mesafe vardı.

Uyurken hep bu kadar güzel mi görünüyordu?  Huzur içinde alıp verdiği nefesleri bile bir ritim tutturmuştu sanki. Bir şarkının ezgileriydi kulaklarıma ulaşan.

Çok güzel.  Hafif aralık olan dudaklarının ortaya çıkardığı tavşan dişleri, çok tatlı duruyordu. Sonra saçları... Yumuşak duruyordu. Dokunmalı mıydım? Elimi uzattığım sırada kötü bir biçimde uyandım bu peri masalından. Öksürerek gözlerini açtı Sooyoung. Telaşla iyice geriye gidince kafamı duvara vurmuştum.

Benim kafam, onunsa boğazı acıyordu şimdi. Elini boğazına götürüp yüzünü buruşturdu. Hasta olmuştu. Benim yüzümden. Yine de beni gördüğünde gülümsedi. "Günaydın Jiwoo."  Çok kısık çıkmıştı sesi.

"Hastalanmışsın..."  Dudaklarımı büzdüm yatakta doğrulurken. "Ama merak etme seni iyileştireceğim! İyileşene kadar senin özel bakıcınım!" 

Gülmeye çalıştı ama gülüşüyle öksürüğü birbirine karışmıştı.  "Ama öyle olursa hiç iyileşmek istemem ki."  Bu sefer sesi daha yüksek çıkmıştı ama sanırım kısık olmasını ve duymamayı yeğlerdim. Önünde kızarıp durmak istemiyordum ama yaptığım tam olarak buydu muhtemelen.  "Yani...Senin için o kadar şey yaptım. Hastalandım, Hyejoo'nun kölesi olmayı kâbul ettim filan. Bunları ödemek için çok çalışman lâzım."    Yine ben yanlış anlıyordum. O tip bir şey kast etmemişti. Zaten etmemeliydi de. O şey sadece bir günlüktü ve tekrardan normal arkadaşlığımıza dönmeliydik!

"Çok konuşma da kendi yatağına yat. Hemşire Jiwoo az sonra gelip ateşini ölçecek." Yataktan kalkmak üzereyken Sooyoung kolumu tutup beni durdurmuştu.

"Gerek yok Jiwoo. Şaka yapıyordum. Benimle uğraşmak zorunda değilsin. Hem canın sıkılır bir süre sonra."  Söyler söylemez ayağa kalkıp kendi yatağına yatmıştı. Neden bu kadar kırılgan olduğunu anlayamamıştım.
Belki de aramızda herhangi bir yanlış anlaşılma olabileceği fikri onu rahatsız ediyordu? Ben de ayağa kalktım.

"Olur mu öyle şey? Sen benim en yakın arkadaşımsın."  Şakayla karışık ekledim, "Hem erkek arkadaşım yok yani zamanımı sana ayırmam sorun olmaz."  Ama sanırım yine bir şeyleri yanlış yapmıştım.

"Yani erkek arkadaşın olsa yüzüme bile bakmayacaksın..."   Mırıldandığını duydum.

"Bir şey mi dedin?"   Fakat duymazlıktan gelmek daha çok işime geldi o an. O da ikinci defa tekrar etmeye tenezzül etmedi.

"Sana kahvaltılık bir şeyler getireyim. Sen de istirahat et."  Aramızdaki bu tuhaflığa rağmen yaklaşıp saçlarını okşadım. Gülümsemekle yetindi. Eh bu da aramız düzeldi demek olmalıydı.

Yarım saat sonra kaşarlı tostlarla döndüğümde Sooyoung üzerini değiştirmiş bir vaziyette yatağında oturuyor, telefonuyla uğraşıyordu. Poşeti kenara bırakıp telefonunu elinden aldım. "Sooyoung Hanım, üzgünüm ama bugün telefon yok size. Belki benimle film izleyebilirsiniz ama şimdilik kahvaltımızı yapmalıyız. Anlaştık mı?"   Yavru köpek sever gibi başını patpatladım. Karşılığında gözlerini devirdi. "Aç ağzını!"  Yanına oturup elimdeki tost parçasını ona uzattım. Fazla düşünmeden ağzını açtı ve uçağı kâbul etti.

"Ama ben de sana yedirmeliyim şimdi. Sen de açsın." 

Poşetten başka bir tost çıkarıp ısırdım. "Beni merak etme sen. Hadi şunu bitir de soğuk algınlığı ilacı içireyim sana."    Akıllı bir çocuk gibi başıyla onayladı.

Kahvaltıdan sonra ise yanına oturmuştum ve  Captain Chuu çizimime devam ediyordum. Onunsa başı omzumdaydı ve beni izliyordu.  "Jiwoo ben sıkıldım."   Tableti kenara koydum.

"Geçen sordun diye çizeyim dedim. Ama başka bir şey de yapabiliriz."  Telefonumu aramaya başladım. Bu sırada üzgün bir sesle konuşuyordu.

"O yüzden değil...Çok güzel çiziyorsun ama..."   Bir bahanesi yoktu. Bir bahaneye ya da üzgün olmasına gerek de yoktu. Sıkılması normaldi. Sonunda telefonumu bulup yanına otururken gülümsüyordum.

"Ben de sıkıldım zaten boş ver. Hadi bir şeyler izleyelim!"   Fakat o gülümsemiyordu. Bakışları dalgındı ve düz bir çizgi hâlindeydi dudakları. Beni duymadığını düşünerek elimi gözlerinin önünde salladım. Gözlerini bana dikerken belli belirsizdi yüzüne yerleşen gülümseme.

"Benden uzak dursan daha iyi olur Jiwoo. Sana da bulaşmasın."

"Kim Chuu'nun sözlüğünde hasta olmak yok, eski dostum Yves. Ben ömrümü canavarlarla savaşmaya adadım. Bakterileri de pek tabii savuştururum!" Saldırmaya hazırmışım gibi pozisyon aldım ve yumruk yaptığım ellerimi savurdum.

Devamında olanlar çok önem arz etmiyor...rezil olmam haricinde.   Akşama doğru Sooyoung'du haklı çıkan. Benim de boğazım ağrıyordu. Kızacak sandım ama gülüyordu aksine. Ve fazla güzel gelmişti gülüşü. "Ne oldu Kaptan Chuu? Bazen yardımcın Yves'i dinlemeliymişsin demek ki."  Gülmeye devam etti. Bense kendimi savunamıyordum bir türlü. Öyle gülmeye devam ederse kalacaktım böyle muhtemelen. Neyse ki insafa gelip duraksadı. Meraklıydı bu kez bakışları.

"Neyin var? Niye öyle bakıyorsun?"

Nasıl bakıyordum ki? Panikleyerek aklıma gelen ilk yalanı söyledim, "Hiiiç ya erkeklerin ne kadar mükemmel varlıklar olduğunu düşünüyordum. Keşke sevgilim olsa. Ehe."   Cidden de bunu düşünebilsem güzel olurdu tabii.

"Di mi ya? Benim de."  Ama bunu söylerken hiç de istiyor gibi çıkmamıştı sesi.

Bölüm Sonu



Yorum yapmayı unutmayın ^^

Bu arada koyduğum şarkıya bayılıyorum chcgv 

Madeleine love ne demek diye düşünüyordum ama sanırım  "madly in love"la kelime oyunu? Siz ne düşünüyorsunuz?  Bu arada umarım fici seviyorsunuzdur~

Ended Homophobia | ChuuVes ✔Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin