Bölüm 2

171 44 76
                                    

    Poyraz üniversitenin geniş kampüsünde hızlı adımlarla sınıfına gitmeye çalışıyordu. Bu arada sınıftaki tek arkadaşı Batuhan'ı gördü:

-Hey! Batuhan gelmiyor musun?

 Batuhan Poyraz'ın yüzündeki telaşa anlam veremedi:

-Hayır, sen git; bugün hiç ders havam yok.

 Poyraz, Batuhan'ın bu rahatlığına anlam veremiyordu. Ne demek ders havam yok? Haftaya vizeler başlayacaktı. Vizelerden önceki en kritik konuların işleneceği bu derse girmemek nasıl bir cesaretti. Poyraz için derse girmemek banka soymak kadar kötü bir şeydi. Onun için bu çok büyük bir çılgınlıktı. İnsanların bu kadar tembel olmasına dayanamıyor ve çok sinirleniyordu. Sonuçta bir öğrencinin tek bir sorumluluğu vardı. O da derslerinde en yüksek puanları alıp mezun olmaktı. ''Artık Batuhan'la görüşmemeliyim'' diye mırıldandı.

Güzel bir okul gününü geride bırakan Poyraz eve doğru ilerliyordu. Bugün onun için iyi geçmişti. Can alıcı noktalarda notlarını almış, hocalarla etkili diyaloglara girmişti. Mükemmel olmak için bunları yapmak gerekiyordu. Poyraz için başarısızlık, kaybetmek, yenilmek mide bulandırıcı şeylerdi. O küçüklüğünden beri hep mükemmeldi. Her sınıfı en yüksek puan ve belgelerle bitiriyordu. Böyle olmak için çok şeyini feda etmişti. Mesela çocukluğunu. Bütün arkadaşları onu saklambaç veya misket oynamaya çağırdığında ''Hayır, ben ders çalışacağım'' derdi. Bu ona acı verirdi. Ama mükemmel olmak o kadar da kolay bir şey değildi. Tabii ki misket oynamak daha zevkliydi fakat hayallerin kendiliğinden olmayacağını adı gibi iyi biliyordu. Poyraz'ın böyle bir çocuk olmasında anne ve babasının çok fazla katkısı vardı. Annesi Selma hanım tam bir Anadolu kadınıydı. O da Poyraz gibi dakik ve düzenliydi. Zaten Poyraz'ın bu mükemmeliyetçiliği buradan geliyordu. Babası Faruk ise Poyraz ve Selma'ya göre daha az mükemmeliyetçiydi. O işleri oluruna bırakabiliyordu. Babası sürekli Poyraz'a şikayetlerde bulunur, dersleri gereğinden fazla abarttığını ve asıl görmesi gereken şeyleri görmediğini ve bundan 10 yıl sonra kesinlikle pişman olacağını sürekli oğluna söylüyordu. Poyraz bu lafları her duyduğunda babasına sitemkar cevaplar verir, yüzü ekşir ve oradan kaçmaya çalışırdı.

Poyraz eve girer girmez hemen ellerini yıkadı. Annesine bir öpücük verdikten sonra odasına kapandı. Yorucu bir günün ardından yatağa uzanıp biraz dinlenmek iyi olacaktı fakat tam o sırada içeri Poyraz'ın babası Faruk girdi. 

+ Seni ders çalışmadan görmek ne mutlu bir şey oğlum.
- Baba buraya benimle dalga geçmeye mi geldin? Zaten yorgunum ve biliyorsun haftaya sınavlarım başlıyor. Şimdi müsaade edersen biraz dinlenmek istiyorum. 
+ Neden böyle dedin oğlum? Ben senin kucağına oturmuyorum ki.
- Baba gerçekten hiç stand-up programı yapmayı düşündün mü? Bu kadar kaliteli ve güzel esprilerin ziyan olmasını istemem.
+ Tek amacın ders çalışmak ve okula gitmek. Sana kaç kere dedim. Pişman olacaksın. 
- Başka babalar oğlunun ders çalışmadığından şikayet eder ama sen benim ders çalışmamdan şikayet ediyorsun öyle mi?
+ Evet tam olarak öyle. En son ne zaman bir kız arkadaşın oldu?

Poyraz bu sorunun ardından afalladı. Morali bozuldu. Bunu gören babası oğlunun daha fazla üzerine gitmek istemedi ve odadan çıktı. Öğretmen olmayı öyle çok istiyordu ki... Bu uğurda her şeyini verebilirdi. Poyraz babasını çok seviyordu fakat böyle konuşmasından hoşlanmıyordu. Babası yıllarca ağır işlerde çalışmış, kaliteli ve güzel bir hayat yaşayamamıştı. Poyraz hem onun gibi olmak istemiyor, hem de öğretmen olarak ona yardımcı olmak istiyordu. Bu dünyanın ne kadar zor ve ağır bir yer olduğunu her gün babasının gözlerinde görmüştü. Poyraz'ın her zaman dikkatini çeken bir şey vardı. O da babasının gözlerindeki o iğrenç çaresizlik. Çalışmaya mecburdu. Başka şansı yoktu. Sistem ona çok çalışıp az kazanmayı sunsa bile. Öğretmen olursa hem güzel bir mesleği hem de rahat denilecek bir yaşamı olacaktı. Ekonomik özgürlüğü elinde, toplum tarafından kabul görmüş bir birey. Poyraz diğer çocuklardan çok farklıydı. Onun için hayatın tek bir gayesi vardı, o da öğretmen olmak. Arkadaşlarla vakit geçirmek, gezmek, yeni yerler keşfetmek, bilardo oynamak veya bilgisayarda zaman geçirmek onun için çok aptalca şeylerdi. Bu zamana kadar çok az arkadaşı olmuştu. Onlarla da çok fazla samimi değildi. Her zaman içine kapanık, garip bir çocuktu. Kesinlikle taviz verilmeyecek kuralları vardı. Her gün okuldan geldikten sonra bir saat kadar kitap okur, iki saat kadar ders çalışır, kalan zamanı da uyuyarak geçirirdi. Bu zamana kadar sadece bir sevgilisi olmuştu. Kızıl saçlı, beyaz tenli, yüzü çille dolu bir kızdı Esma. Poyraz onu ilk gördüğü anda cennete geldiğini sandı. Hareket etmek istedi, yanına gitmek istedi. Ama yapamadı. Put gibi hareketsiz kalmıştı. Gülen gözleri nefes kesen bir manzara gibiydi. Hiç bıkmadan, usanmadan seyredilecek kadar güzel bir manzara... İlk başlarda ona açılmak için çok sanrılar çekti. Bir türlü cesaretini toplayıp ona hislerini anlatamıyordu. Poyraz son çare olarak bütün duygularını annesine döktü ve kendisi yerine onun gidip Esma'yla konuşmasını istedi. Annesi oğlunun anlatıklarını tebessümle dinledi ve ertesi gün gidip Esma'ya olayı anlattı. Esma şaşırmıştı ama:                                                                           ''Oğlunuzla tanışabilirim'' demişti. İlk buluşma belki de Poyraz'ın bu sıkıcı ve düzenli hayatındaki en güzel anıydı. İlk buluşma olumlu sayılabilirdi. Ancak Esma Poyraz'ı tanıdıkça ondan soğumaya hatta nefret etmeye başlamıştı. Onun çok sıkıcı ve salak olduğunu düşünüyordu. Bu düşüncelerin fitilini bir buluşmada Poyraz'ın onu itmesi ateşlemişti. Poyraz elinde kitap ile Esma'nın yanına gelmiş ve beraber kitap okumayı önermişti. Esma'ysa:

 ''Sen dalga mı geçiyorsun? Havaya baksana ne kadar güzel, haydi sahile gidip oturalım bu aptal kitapla zaman geçirmeye hiç niyetim yok'' demişti. Poyraz bu cümleleri duyduğu an gözleri dönmüştü. Onun en sevdiği kitaba nasıl böyle bir hakarette bulunabilirdi. Esma'yı sert bir şekilde itti ve:
''Ben kitabımla gayet mutluyum, eğer sen çok fazla istiyorsan siktir olup gidebilirsin o aptal sahile'' dedi. Esma'nın gözlerinden yaşlar aktı, hızla yerden kalktı ve:
 ''Sen bu hayattaki en aptal çocuksun'' dedi. Koşarak uzaklaştı. Bu günden sonra Esma ve Poyraz asla konuşmadı . Poyraz için bu macera çok kısa sürmüştü. Ama yaptığından pişman değildi. Aptal bir kızla sahile gidip zaman öldürmek ona çok boş geliyordu. İleride öğretmen olduğunun hayalini kuruyor ve yüzü gülücüklerle doluyordu. Şu an yapmadığı veya yapamadığı bütün sosyal etkinlik ve faaliyetleri öğretmen olduktan sonra yapabilirdi. Yolundan dönmeyecekti, bu konu hakkında kararı kesindi.

AYKIRI (Tamamlandı)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin