Bölüm 10

42 7 2
                                    

     Poyraz yavaş yavaş gözlerini açmaya çalışıyordu. Daha dinç ve zinde olduğunu hissetti. Fakat mezarın içinde yaşanan olaylar onun hâlâ başında keskin bir ağrı kalmasına neden olmuştu. Annesi ve babasını kaybetmeden önce başlayan uykusuzluk da hâlâ devam ediyor, günde en fazla 2-3 saat uyuyabiliyordu. Bulunduğu odayı incelemeye başladı. Yatak o kadar rahattı ki vücudu yataktan çıkmamak için adeta Poyraz'a bir baskı uyguluyordu. Poyraz odadaki eşyalara bakarak buranın Ali'nin yatak odası olduğunu anladı. Duvarlarda Ali'nin geniş portre çalışmaları vardı. Fakat duvarda alakasız bir resim göze çarpıyordu. 4 tane doktor, bir sedyede yatmış hastaya elektro şok uyguluyordu. Adamın gözlerinden yaşlar akıyor, doktarlara karşı direniyor gibiydi. Resimde anlatılamaz bir trajedi vardı. Tablonun tuhaf büyüsüne dalmışken odadan içeri Ali girdi. Her zamanki kendinden emin gülüşü ile neşe içinde Poyraz'ın yanına geldi.


+ Bugün nasılsın çaylak?

- Artık çaylak olmadığımı düşünüyorum.

+ Neden?

- Çünkü buraya ilk geldiğimde korku içindeydim. Seni öldürmek istiyordum. Hayatın benim için öğretmen olmak dışında hiçbir anlamı yoktu. Yaşasam da yaşamasam da çok fazla şey fark etmeyecekti. Ama şimdi beynimin içinde sanki yeni bir dünya kuruldu. Sanki eksik bir parça tamamlandı. Gerçekten nasıl olduğunu bilmiyorum fakat benim gibi bir insanı bile büyüledin. Senin yanında olmak senin sözlerini duymak beni inanılmaz rahatlatıyor. 

+ Nedense kadınlar pek böyle düşünmüyor.

Beraber gülmeye başladılar. Poyraz gülerken bu kadar içten gülmeyeli uzun zaman olduğunu fark etti ve daha fazla gülmeye başladı.

- Peki sıradaki görev ne?

+ Tekrar o sıcak odaya dönüyoruz. 4 günün daha kaldı. Daha sonra bu seanslar bitecek.

- Peki ondan sonra ne olacak Ali?

+ Ondan sonra serbest kalacaksın. İstediğini yapmakta özgürsün. İstediğin gibi yaşayabilirsin. Buraya girmeden önce neler yapıyorsan yapmaya devam edebilirsin. Ben kimseye zorla doğrularımı kabul ettirmek istemem. İstersen benimle birlikte de yaşayabilirsin. Birlikte bu özgür dünyada çürüyen insanları kurtarabiliriz. Herkesin kabul gördüğü ama saçma olan doğruları yıkmak için benimle olabilirsin. Tercih senin.

- Gerçekten Ali gerçekten, tüm kalbimle inanarak söylüyorum. İlk baştan itibaren sana çok ısındım. Tamam sana da çok sinirlendim ama sinirimin altında bile sana karşı bir sempati yatıyordu. Söylediğin sözler başta ne kadar saçma gelse de insan düşündükçe sözlerindeki derinliklere indikçe ne kadar haklı olduğunu anlıyor. Ben artık eski yaşantıma dönmek istemiyorum. Çünkü burada yaşadıklarımdan sonra istesem de eskisi gibi olmayacağını biliyorum. O yüzden ben seninleyim...



Ali istediği şeyleri duyunca gerçekten mutlu oldu, Poyraz'ın koluna girdi ve ilk girdikleri sıcak odaya doğru yürümeye başladılar. Bir otobüste başlayan bu entrasan dostluk ilginç bir şekilde günden güne daha da kuvvetleniyordu. Bu sıradan dostluk ilişkilerinden çok uzak, garip bir arkadaşlıktı. Poyraz'ın ilk başlarda nefretle karışık sevgisi artık tamamen saf bir sevgi ve dostluk hikayesine dönüşmüştü. Odaya girdiklerinde o klasik sıcaklık ve mide bulandırıcı kokular her zamankinden daha fazlaydı. Kapı üstlerine şiddetli bir şekilde örtüldü ve bu cehennem gibi odanın içinde yine baş başa kaldılar.


- Bana biraz kendinden bahsetsene Ali. Nasıl bir çocukluk geçirdin? Akrabaların, annen ve baban nerede?

+ Ben orta halli sayılacak bir ailenin tek çocuğuydum. Köyde yaşıyorduk. Bir sürü ineğimiz, tavuğumuz ve koyunumuz vardı. Çocukluğum tamamen onların arasında geçti. Onları çok seviyordum. Bir koyuna ya da ineğe sevgi gösterdiğim zaman sanki sevgimi hisseder gibi bana karşılık veriyorlardı. Benden hiçbir beklentileri yoktu. Günümüz dostluklarından çok uzak, tamamen saf sevgi üzerine kurulmuş temiz bir dostluk... Annem her zaman sakin bir kadındı. Çevremizde annem hakkında konuştukları zaman annemin hep ''akıllı'' bir kadın olarak bahsi geçerdi. Babam ise anneme oranla daha sabırsız, daha sinirliydi. En ufak bir olayda çabucak parlayabiliyordu. Okul çağım geldiğinde beni köyümüzdeki okula yazdırdılar. Gerçekten çok ama çok heyecanlıydım. İçim içime sığmıyordu. Yeni başlayacağım bu macera içimde merak, heyecan ve korku duygularının yeşermesine neden oluyordu. Okul başlamadan bir hafta önce önlüğümü takar yatağıma öyle girerdim. Okul evimize çok yakındı. İlk gün okula gittiğimde benim gibi bir sürü sevinçli çocuk gördüm. Okul başlayana kadar dağlarda çobanlık yaptığım için pek arkadaşım olmamıştı. Bu kadar çocuğu bir arada görmek heyecan seviyemi doruklara çıkarmıştı. İlk günler her şey çok güzeldi. Yavaş yavaş okuma yazma öğreniyor, sınıftaki arkadaşlarımla tenefüslerde koşup eğleniyorduk. Bir gün okula geç kalmıştım, apar topar üstümü değiştirip sınıfa doğru koştum. Bahçede ve koridorda kimse kalmamıştı. Herkes sınıflara girmiş dersler çoktan başlamıştı. Korku içinde sınıftan içeri girdim. Öğretmen hemen ayağa kalktı ve çöp kutusunun yanında ayakta beklememi istedi. Ben korku içinde çöp kutusunun yanına doğru yürüdüm. Öğretmenimiz masasından kalktı ve yanıma geldi. Bana ''Neden geç kaldın?'' dedi.

Korkudan titriyordum. Ne cevap vereceğimi bilemedim. Bir kez daha aynı soruyu sorunca ''Uyuya kalmışım öğretmenim'' diyebildim. Suratıma gergin bir şekilde baktı. "Başarılı insanlar asla geç kalmaz. Uyuya kalmak tembellerin işidir. Şimdi geç yerine, bir daha arkadaşlarına kötü örnek olma.'' dedi.

Önümdeki sırada oturan arkadaşlarımın bana bakarak güldüklerini fark ettim. Gerçekten çok üzüldüm. Benim için harika başlayan okul deneyimim daha birinci haftadan patlak vermişti. Daha sonraki aylarda okuldan nefret ettiğimi fark ettim. Gerçekten okula gitmek benim için bir eziyet haline dönüşmüştü. Öğretmenimiz sürekli bize yapmamız gereken şeyleri söyleyip duruyordu. Dişlerimizi fırçalayıp fırçalamadığımızı soruyor, tırnaklarımızı kontrol ediyordu. Koyunlarımızı ve ineklerimizi özlemiştim. Ben onlarla birlikte olmak istiyordum. Özgür olmak istiyordum. Beni yönlendiren bir insana katlanamıyordum. Sürekli ne yapmam gerektiğini söyleyen bir insanı nasıl olur da sevebilirdim. Aylar, yıllar ne yazık ki hiç istemediğim bir şeyi yaparak geçti. Okullar tatil olduğunda inek ve koyunlarıma kavuşuyor, onlarla özgürce dağlarda geziyordum. Lise yıllarıma kadar bu döngü hep böyle devam etti. Annem ve babam sürekli bana okulu sevmesem bile gitmek zorunda olduğumu anlatıp durdular. Onlara göre bu mecburiyetmiş. İnsanların çoğu yaptığı işi sevmiyormuş ama o işi yapmak zorundalarmış. İşte dünya bu kalıplaşmış iğrenç düşünceler yüzünden bu hale geldi. Çocukluk çağlarımızdan beri kafamızın içine hep bu saçma düşünceleri soktular. Bizi ve içimizdeki tutkuyu zehirlediler.

AYKIRI (Tamamlandı)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin