1. Bölüm

903 34 13
                                    

Korkarak hücremden dışarı çıkıyorum, uzun bir yolun ardından yer altından kurtuluyorum. Hava siyah, yağan yağmur siyah, etraftaki her şey siyah. Siyah renginden hoşlanmıyorum.

Beynimi delecek güçte bir ses kulağımın içinde çınlamaya başlıyor. Bunu sonlandıracağımı umarak kulaklarımı işaret parmaklarımla tıkıyorum. Ses tellerimin oluşturduğu titreşimin canımı yakmasından korkuyorum. Bağırmak istiyorum ama buna engel oluyorum.

Kömür rengi havanın ardından tıpkı az önce gördüğüm gibi bir ışık huzmesi yüzüme çarpıveriyor. Bir hologram beliriyor, hemen ardından kulağıma bir kadın sesi geliyor. Tiz ve metalik bir sesle konuşuyor.

''Merhaba, Dünyalılar,'' diye selamlıyor bizi. ''Bilmenizi isterim ki iyi bir iş başaramadınız. Dünya'nın sonunu engelleyemezdiniz ama onun ölümünü kullandığınız zararlı gazlarla, çevreye yaydığınız kirlilikle ve yaptığınız acımasız hayvan ölümleriyle hızlandırdınız. Dengeyi çökerttiniz ve bir beklentisi olmasa da her gün sizi ısıtan o parlak yıldızı öfkelendirdiniz. Size ikinci bir şansınızın olduğunu bildirmeye geldim,'' ışıldayan yüze sahip kadın gülümsüyor ve bakışları bir an için beni buluyor. ''Herkes ikinci bir şansı hak eder. Unutmayın: koşulsuz yardım.''

Hologram yok oluyor, insanlar fısıldıyor ya da bağırıyor. Ben sesimin çıkmasına engel oluyorum, bu beni korkutuyor. Nefes alan bir canlının bir an sonra ısı tanecikleriyle siyaha bürünmesi beni ürkütüyor.

Koluma bağlı metal cihaz titreşiyor, tıpkı etrafımdaki sağ kalabilmiş insanlarınki gibi. Bir hologram beliriyor. Nasa'da çalışan bir adam gülümsüyor. İnsanları motive edebileceğini mi sanıyor?

''Eğer yaşıyorsanız kaybınız için üzgün olduğumu belirtmek isterim,'' diyor metalik sesi, sanki dalga geçiyor. ''Yaşam şartlarının iyi olmadığını biliyorum ancak herkesin hücrelerine dönmesi şiddetle önerilir. Güneş yaşam gezegenimize zararlı ışınlarını depoladı ve bu ışınlar genetik bozukluklara yol açacak nitelikte elementler barındırmaktadır. Zarar görmemeniz için lütfen hücrelerinizden ayrılmayınız. Yiyecek ve diğer ihtiyaçlarınız size verilen bu cihazlar sayesinde sağlanacak, önemli duyurular bu yolla ulaşacaktır.''

Hologram yok oluyor. Metal cihazın bileğimi kızarttığını hissetmeye başlıyorum.

İnsanlar kalabalık oluşturuyor, birbirlerine çarpıyor, ne yapacağını bilmez bir halde yürüyor.

Hücremin olduğu C Bölgesine geri dönüyorum. Sokakları sessiz, insanları kömür rengi görüyorum. Onlara bakmaktan kaçınıyorum ve yer altına inmek için parlak gri merdivenleri kullanıyorum. Onları hatırlamak bana vicdan azabı veriyor.

Ben kimim? Ben yalnız bir kadın astronotum ve uzaydan nefret ediyorum; gezegenlerden ve galaksiden. Yıldızları göremiyorum, artık onların parlaklığı gezegeni çevrelemiyor. Kraterlerle kaplı uyduyu grinin en çirkin tonunda görmeyi başarabiliyorum. Küçülmüş, ışığı sönmüş, zavallı gri Ay...

***

Hücreme girdiğimde derin bir nefes alıyorum. Cihazı bileğimden hızla çıkarmam gerek, aksi halde metal bileklik bileğimi delip geçecek. Cihazdan kurtulup ecza çantasını aramaya başlıyorum. Ecza çantasının moleküllere ayrılması yasa dışı, içindeki ilaçların yanlış formülleşip zararlı maddelere dönüşmesi riski alınmak istenmiyor. Teknoloji hala gelişiyor.

Bileğimi sargı bezine sarıyorum, omzumdaki yaraya bakmaktan korkuyorum. X19 yazıyor küçük ilaç kutusunun üstünde, bilim adamları tarafından geliştirilmiş bir yanık merhemi. Bu bir güneş yanığından fazlası ancak yine de kullanıyorum. Yaranın tahriş edilmemesi için ilaçlar ağız yoluyla alınıyor.

Küçük ses kaydedici cihazı elime alıyorum, metal düğmeye basmadan önce boğazımı temizliyorum. Cihazı başlatıyorum ve gözlerimi yumuyorum.

''Ben C453, ismimle Felicia Lynn. 13 Mart 3027 Cuma günü büyük bir patlama gerçekleşti ve Dünyamız Güneş tarafından acımasızca eritildi. Bilim adamları tarihi belirlemiş, halk için yer altında ısı geçirmeyen hücreler hazırlanmıştı. Bundan otuz iki yıl önce Dünya'ya büyük bir nükleer bomba atıldı, kaynak belirli değildi fakat atmosferden geçerek gezegene ulaştığına dair teoriler üretildi. Kıtalar parçalandı, bomba teknolojimize göre ileri seviyede geliştirilmişti ve bu şeyin kaynağı düşman bir ülkeden fazlasıydı. Irklar yok oldu. Çin, Rusya, Avustralya, Batı Amerika ve Japonya'nın belirli bir bölgesi artık bulunmuyor. Bu olayın üzerine Amerika bir antlaşma öne sürdü. İç içe Barış Sistemi. Eğer bu antlaşma kabul edilirse ülkeler arası sınırlar kaldırılacaktı. İnsanlar birbirine koşulsuz yardım edecekti, Nasa'nın hazırladığı hücreler onlara da verilecekti. Ve kabul edildi, zorundaydılar. İnsanlar radyasyonun etkisiyle genetik bozukluk geçiriyor ve ölüyordu. Sistemin yürürlüğe geçmesiyle iletişimde karışıklığı engellemek için uluslararası olan İngilizce dili zorunlu olarak öğretilmeye başlandı. Radyasyona maruz kalan ülkelere giriş yasaklandı, insanlar orta kuşağa doğru göç etti. Nasa, Uzay İstasyonu projesini başlattı. Dünya'ya en yakın uzay cismi olan Ay'a bir istasyon inşa edildi ancak Güneş'in patlamasıyla her şey mahvoldu. Bilim adamlarının beklentisi büyük bir tsunamiydi, galaksimizdeki en sıcak uzay cisminin patlaması değil,'' kısık kısık nefes alıyorum. Tüm bunları hatırlamak bana iyi gelmiyor. ''Ülke, alfabetik bölgelere ayrıldı, benim bölgem C Bölgesi. Kimlik düzeni değiştirildi, artık kimlik için bölge harfi ve üç haneli sayı sistemi kullanılıyordu. Teknoloji ilerlemişti ve bilim adamları bir an için gezegenin sonunu durdurabileceklerini düşünmüşlerdi. Yanılmışlardı.''

Kaydı durduruyorum. Bu küçük kutunun içinde yaşamak bana iyi gelmiyor. Kendimi uzay boşluğundaymış gibi hissediyorum. Defalarca gözlerimi yumup tekrar açıyorum. Hafızama kazınan sahne asla silinmiyor. Eşimin taşlaşmış bedenini unutmak istiyorum. Yetişemediğim için kendimi suçluyorum.

Metal bilekliği açıyorum ve yiyecek ihtiyacımın hemen giderilmesi için soğuk bir sandviç alıyorum. ''Tanrım,'' iç çekerek derin bir nefes alıyorum. ''Güzel bir uyku çekeceğim ve mümkünse asla uyanmayacağım.''

Rulo yer yatağını açıyorum ve uzanıyorum. Sessizlikten şimdiden nefret etmeye başlıyorum.

Gözlerim aralanıyor. Üstünden ne kadar geçti? Bileğimi saran metal cihaza bakıyorum. Dijital rakamlar 09.43'ü gösteriyor. Kaçıncı sabaha uyandığımı bilmiyorum. Hemen sonra tarihi öğrenmek için cihazdan takvim seçeneğine giriyorum.

21 Mart. Gözlerim irileşiyor, üstünden sekiz gün geçtiğine inanamıyorum. ''Lanet olsun,'' inleyerek yataktan kalktığımda başıma bir ağrı saplanıyor. Kulaklarım çınlıyor ve buna engel olamıyorum. Omzuma bakmak için kafamı çeviriyorum ancak yanık izini göremiyorum. Kaşlarım çatılıyor ve yanık izini arıyorum. Bu nasıl mümkün olabilir?

Güneşin omzumdaki eti yok ettiğini tekrar ve tekrar hissedebiliyorum ama artık öyle bir ize sahip değilim. Onu hatırlamak için hafızamdan fazlasına sahip değilim.

🌌Yankılıvadi Galaksisi Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin