Bazı insanlar hüzün gibidir. Acı verirler,insana. Birdenbire , hiç olmadık zamanlarda...
Merve odadan çıktığında Mert elimi bıraktı. Gözlerimi ondan ayırmak istesem de ne yapacağını merak ediyordum. Eline bir kitap alıp benim uyuduğum tarafa geçti. Az önce olanlardan sonra hiçbir şey olmamış gibi ders çalışmaya gitmesi sinirimi bozdu.
"Nereye gidiyorsun, konuşacağız daha."
O an karar verdim. Bugün bu oyun bitecekti. Herkes bugün tüm gerçekleri öğrenecekti. Ama önce anlaşmayı bozmak için Kerem ile konuşmalıydım. Ona her şeyi anlatıp bu saçmalıklardan kurtulmalıydım.
"Tabi. Ama konuşacak ne varsa konuştuk. Ve sonucu bilmene rağmen bu kadar diretmen takdire şayan. Sanırım en çok bu huyun aşırı hoşuma gidiyor. Her şeye rağmen ne inadından ne de isteklerinden ödün vermemek için elinden geleni yapıyorsun. Sonuna kadar gidiyorsun. Tam bir savaşçısın. Sakın değişme, hep böyle kal."
" Biliyor musun, şuan tam olarak onu yapıyorum. Gidip Kerem ile buluşacağım. Ona her şeyi anlatacağım. Senden kurtulmak için susmak değil konuşmak gerektiğini anladım. Yalanlar olmayacak sadece gerçekler olacak. Artık beklemeyeceğim. Neyse ben gidiyorum."
Sözlerimi bitirir bitirmez seslendi "Sana inanmayacak ya da sen gerçeği anlatamayacaksın, boşuna gidiyorsun."
Onu içimden yanıldığını söylesem de dışa vurmak yerine çantamı aldım. Koşarak evden çıktım, sanki biraz daha kalırsam vazgeçecektim.Her zamanki buluşma yerine gittim. Biraz ilerisinde caminin bulunduğu çınar ağacının yanına oturdum. Birkaç dakika sonra Kerem gelmişti. Sarılmak istediğinde sarılmasına karşılık vermek yerine direkt konuya girdim.
" Ben çok önemli bir şey anlatmak için geldim, buraya. Çünkü bunları bilmeyi hak ediyorsun. Ve hoşgeldin. Cidden seninle yüz yüze konuşmayı özledim. Ama şimdi başka konulara geçersek cesaretimi kaybetmekten korkuyorum." Sesim sonlara doğru gerçekten kesilmişti. Ve ne cevap vereceğini beklemek sanki yıllar sürmüş gibi gelmişti. Oysa söylediğim kelimelerin ağırlığına rağmen sadece birkaç dakika sonra cevap vermişti.
" Hoşbulduk. Asıl sen hoş geldin. Apar topar attığın bu mesajın sebebini merak ediyorum. O konuyu kapattıktan sonra sadece bizden bahsedelim." Son cümlede gözleri parlamıştı. O kadar umut doluydu ki ona acı verecek cümlelerin ağzımdan çıkmasına nasıl izin vereceğimi bilemedim. Haliyle doğru cümleleri bulabilmek için arada duraksadım.
" Bak... ben nasıl nasıl söze gireceğimi bilmiyorum. O zaman direkt anlatıyorum. Ben işte..." devamını getiremedim ağzıma o kadar ağır bir kelime gibi gelmişti ki onun yerine yüzüğü gösterdim "...işte bu ne demek istediğimi gösteriyor." Parmağımda sanki normal bir yüzük değil de tonlarca ağırlıkta bir taş vardı. Her şeyi açığa çıkaran küçük bir hamleydi, ama bunu yapmak beni zannettiğimden daha da zorlamıştı. Hala o cümleyi kurmaktan iyiydi, bu.
Beklediğim tepki asla bu değildi. İnkar etmesini ne bileyim kabullenmesini bekledim. Lakin o bırak inkar etmeyi şuan karşımda kahkahalar atıyordu. Beni ciddiye almamıştı. İşte bu kesinlikle beklenilmeyendi. İçimden bir ses Mert'in haklı olduğunu yani başaramayacağımı söylüyordu. Lakin elimdeki her şeyi sonuna kadar kullanmaya kararlıydım. Elimle boynumda duran yeni kolyeyi tuttum. Bunu göstermek onun inanmasını sağlayabilirdi, belki. Zayıf bir umuttu. Tüm şansımı kullanmalı ve onu inandırmalıydım. Eğer inanmazsa bundan sonra ne olurdu, bilmiyorum. Bildiğim tek şey elimde kalan son cesaretimi de yitireceğim ve kabusum olan adamın tüm kontrolü ele geçireceğiydi.
"İnanmıyor musun? Bak bu da kolye başkasının taktığı hem de." Cümlemin bitmesini beklediğini anladım, hemen konuşmaya başlayınca. Sesi fazlasıyla sakin olmanın yanında korkutucu derecede yumuşaktı. " Sera, anlıyorum gelmediğim için kızgınsın. Kendince böyle bir oyun oynayarak beni de kızdırmak istiyorsun. Hatta doğru düzgün yalan bile söyleyemiyorsun. Cümleyi tamamlamak yerine bu yüzüğü göstermen yalanını pardon şakanı daha gerçekçi yapmıyor, cidden. Neyse sana anlattım. Elimde değildi. Onu geçtim çok mantıksız bir şaka olmuş..." elimdeki yüzüğü almış inceliyor, içine bakıyordu görmek istediğini görmüş olmalı ki bana da gösterdi "...mesela hadi bu yüzük gerçek. Ki öyle görünüyor peki yüzüğün içinde bir isim bile yok. Bak bunu unutman kötü olmuş. Ama hayret doğrusu demek ki insan yanındakilere ister istemez benziyor. Bizimkiler ile takıla takıla onlardan örnek alacak en saçma davranışı almışsın. Pek şaka da sevmezsin ama anlaşılan çok fazla öfkelendirmişim seni. Ama gönlünü nasıl alacağımı biliyorum." cümlesini bitirir bitirmez "Hadi yüzük oyun peki bu kolye. Sana hiçbir zaman yalan söylemedim, ben. Hiçbiri şaka değil. Bak burada işte kimliğim... dur bir dakika ama buraya koyduğuma eminim. Bak gerçekleri söylüyorum." Ben çantamı telaşla karıştırken gittikçe sakinliğini yitiren sesiyle neredeyse bağırarak beni durdu. "Sera yeter. Kolyeyi herhangi biri de alabilir, örneğin baban. Cidden tadı kaçtı. Annem burada olsa yüreğine inerdi. Sanırım bana kızgın olmanın dışında evlenmek de istemiyorsun. Eğer öyleyse söyle. En azından annemi boşuna heveslendirmeyeyim." Elleri ceketinin kenarlarını öyle sıkı kavramıştı ki damarları belirginleşmişti. Elim çantamda kaskatı halde dururken endişeyle bakışlarımı ona yöneltim. "Öyle bir şey yok. Nasıl böyle düşünebilirsin." Söylediklerim tamamen gerçeği yansıtıyordu. Gözlerindeki öfke biraz da olsa kaybolmuş gibiydi. Artık daha sakin olduğunu, ceketinin kenarını kavramış yumruk haline getirdiği ellerini açmasıyla, anlamıştım.
"Madem yok o zaman evlen benimle. Haftasonu babandan seni istemeye geleyim. Üniversite bittikten sonra evlenelim, olmaz mı?" Gözlerimin içine bakıyordu. Cevabımın olumsuz olacağını belirtmek ister gibi gözlerimi kapatıp hemen başımı yere eğdim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Aşk-ı Kül
Ficción GeneralBazen aşk nefreti doğurur ki bu nefret senin hayatının bir parçası olur...