Herkes hatalar yapar. Önemli olan o hatalardan ders çıkarmaktır. Hatalar aslında en iyi yol göstericilerdir, tabi bilenler ve görebilenler için. Peki hataları tekrar etmek, bile bile üstüne gitmek işte bu tam da benim yaptığım şey. Belki de deli cesareti, nasıl adlandırılır inan ki bilmiyorum.
Yine yere bakan bendim ve yine karşımda duran Mert.
"Ben batarsam seni de batırım. Bunu unutma. Şimdi bana ne yaptığını söylemek zorundasın. Dinliyorum!" Sesi, korkutucu ve bir o kadar da telaşlı çıkıyordu. Sesini duyunca irkilmeden edemedim. Bir süre sesimi bulmakta zorlandım.
"Ben ben.. işte bu kadar sadece iş için görüşeceğim. Kendimi geçindirmek zorundayım." Sonunda, zor da olsa aklımdakileri söyleyebilmiştim.
"Benim malım senin malın. Şimdi nereden çıktı bu? Aileme ne diyeceğim peki?"
"Sorun da bu işte. İstemiyorum senden hiçbir şey istemiyorum. Zaten elindeki her şeyi verdin buna soyadın da dahil ki onu asla istemedim."
"O sadece benim değil bu çatı altında yaşayan herkesin soyadı ayrıca babanın soyadını kullanmana da bir şey demedim. Sera Şems Saygın."
İlk kez adımı kendi soyadıyla birlikte dile getirmesi, tüylerimi ürpertti. Sanki bambaşka birinden bahsediyor gibiydi, o kadar yabancı ve yapay gelmişti kulağa.
"Bana bir daha böyle seslenme. Doğru durmuyor, bu, tamamen yanlış." Yutkundum ve devam ettim. "Hem senin muhteşem intikamına ne oldu, unuttun mu? İntikam almak isteyenden çok, aşık bir adamın yapacağı ve söyleyeceği şeyleri yapıyorsun."
Gözlerinin içine baktım. Bir denize dönüşse içinde beni boğmaktan çekinmeyeceğine emin olduğum gözlerine.
"Söylesene, aşkımdan yaptım, desene!" Bu sefer sesi öfkeli olan bendim. Söylemek zorundaydı.
Bileğimi, sol eline hapsetti. Sağ eliyle ise göğüsüne sert bir şekilde vurdu,
"Aşkımdan haa, aşkımdan? Sayende burası külden farksız. Kalbimde olan kaç insanın ve sevginin mahvoluşuna sebep olduğunu bilsen..." duraksadı gözlerindeki acıyı sesinde de duymak üzücüydü ama öfkesi hepsinden daha baskındı. Bu yüzden gözlerimi kaçırdım. Hemen bu hareketime cevap olarak sözlerine devam etti. " ...asla bunları söylemezdin. Kalbimin cehennem yerine dönmesinin sebeplerinden birine, yani sana, aşığım demem ne kadar doğru olur ki? Kalbimden kalan külden harabeler buna müsade etmez."
Konuşmaya o kadar odaklanmıştı ki bileğimi daha da sıkmaya başlamıştı. " Sana ne hissediyorum biliyor ... " Sözleri yarım kaldı çünkü canım acıdığı için bağırmaya başlamıştım.
"Bırak, Allah aşkına, canım yanıyor. Özür dilerim, lanet olsun; biliyorum, bu katiyen hiçbir şeyi düzeltmeyecek. Ama özür dilerim, ne olur bırak acıyor. Biraz daha devam edersen moraracak. Hatta, belki daha beteri de olur. Lütfen, ya bırak." Biraz daha sıksaydı ağlayacaktım. Elini bileğimden uzaklaştırdı.
Önce sessiz kalmayı seçti ve tek tek yatağın yanındaki kenarları siyah içi koyu gri çekmeceleri açıp kapatmaya başladı. Sonunda son çekmeceye geldiğinde içinden çıkardığı ile bana döndü. Sonra hâlâ sızlandığımı görünce sormadan elbisemin kolunu sıyırdı. Hemen, koluma uzanan eline vurdum.
"Kimseye böyle izin almadan dokunmazsın eserinle gurur duydun mu bari bak kıpkırmızı olmuş yarın da moraracak. Pardon, senin intikamın her şeyden önemli değil mi? Hem bu şiddet sayılmaz değil mi, sonuçta ben seni kışkırtım."
"Ben.." sözünü yarıda kesti, ellerine baktı. Adeta cinayet işlemiş gibi ellerine bakmaya devam edip söylediklerine kaldığı yerden devam etti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Aşk-ı Kül
Algemene fictieBazen aşk nefreti doğurur ki bu nefret senin hayatının bir parçası olur...