Yatağıma uzanmış düşünüyordum, başıma gelenleri. Yaptıklarım ile yapmamam gerekenler arasındaki dağ gibi uçurumları. Öylece kalıyorum. Haykırmak isteyip de haykıramadıklarım içimi acıtıyordu. Her şey olmasını istediğim gibi değil. Ama en azından bazı konularda artık içim rahat.
Yanımdaki dijital saate baktım. Saat hala dokuz olmamış. Oysa hiç uykumu da alamamıştım. Oraya gitmek istemiyordum. En azından burada huzurluydum. Çünkü tek başımaydım. Kimsenin yüzünü görmek zorunda da değildim.
Kapı tıklayınca istemsizce titredim."Ee, kalkmayacak mısın?"
"Yok, böyle iyi. Hatta tüm günümü burada geçirsem hiç sorun olmaz."
"Saçmalamayı bırakıp içeri gelsen iyi olur. Babamın ne kadar düzen düşkünü olduğunu bilmiyorsun. Hem sana ne zarar verebilirim ki bir şey yapsaydım dün yapardım. Hadi çık da hazırlan. Beraber çıkacağız."
Üstüme hırkamı aldım, kapıyı açtım. İçeri girince odanın ana kapısı tıklatıldı.
"Şey, rahatsız etmek istemem ama kahvaltıda sizi göremeyince çağırma gereği duydum. Ve canım biliyorsun bu Sera'nın tüm aile ile ilk kahvaltısı olacak. Sanırım bu kadar bilgilendirmeden sonra gidebilirim, artık. Bekliyoruz, sizi."
Kapıdan başımı çevirip hemen banyoya gittim. Kapıyı kilitleyip tam duş alacakken en önemli şeyleri unuttuğumu fark ettim. Ne elbise ne de havlu yanımda getirmiştim. Kapıyı açınca karşıma çıkacak o herifle konuşmaktansa elimdekilerle yetinirdim daha iyi.
Odaya girdiğimde kimse yoktu. En azından bazı yerlerde özel alan ihlali yapmıyordu bunu öğrenmiş oldum. Hemen giyindim ve aşağı indim. Herkes çoktan oturmuş, öylece yemeğe bakıyorlardı.
"Ah sevgilim, en başından beni dinleseydin. Yemek 5 dakika aksamazdı. Madem en son sen geldin. Önce babamın sonra da geri kalanlarımızın çaylarını doldurmak sana küçük bir ceza olsun. Ne dersin baba?"
"Ama yeni geline eve gelişinin ilk günlerinde iş yaptırmak ne kadar doğru ki, ben yaparım."
"Abla, sana değil babama sordum. Hem sen de otur oturduğun yerde. Sera boş durmayı pek sevmeyen biri onun için pek bir ceza sayılmaz."
"Büyüklerine saygı göster, oğlum. Ayrıca ablan gayet haklı. Sen de ilk günlerden kızı kaçırmaya kararlısın gibi."
"Aman Osman Bey siz de acayip mübalağa yapıyorsunuz. Hangi kız bir çay için evden kaçar ki gören sırtında taş taşıttık sanır. Gerçi kaçmak isteyen için bahsettiğiniz bile büyük bir sebep olarak yeter ya neyse konuşmam hiç kimse için iyi olmaz."
İçimden son kaçış planımı unutmuşçasına planlar yaparken çayları doldurdum. Doldurduktan sonra iki boş yerden Merve ile oğlunun yanına oturmak için yönümü sağa çevirdim. Lakin gidemedim. Kolumu tutan Mert beni yanındaki sandalyeye çekti. Kulağıma yanlış yere, eniştesinin yerine, oturmamın iyi bir fikir olmadığını fısıldadı. Sessizce yemeği yedik. Sofradan kalkarken ellerimi sıkıca tuttu ve beni odaya neredeyse sürükler gibi götürdü.
"Bilerek yaptığın kasıtlı hareketler sadece beni değil seni de batırır, haberin olsun. Eğer ben batarsam sen de batarsın."
"Merak etme. Boğazıma kadar batmış durumdayım biraz daha batsam bir şey fark etmez."
"Böyle anlaşmadık. Sana hatırlatmak isterim, bana bir söz verdin. İstesen de bozamazsın eğer bozarsan yani bozmayı düşünüyorsan ilk ben bozarım. İlk kaybeden sen olursun."
"Her şeyi Kerem'e anlatmaya karar verdim. Kendim anlatacağım. Böylelikle bu sözü tutmam için bir sebep kalmayacak."
"Sence, sana inanır mı? Hadi inandı diyelim eee.. Sonra ne yapacaksın? Her şeyi anlatırken seni boşamamın mümkün olmadığını eklemeyi de unutma. Bakalım başkasının karısını kanun dışı bir şekilde evinde tutmanın cezasını ödeyebilecek mi? Sera her şeyi yapabileceğini düşünüyorsun ama unutma, ben senden en az on adım öndeyim. Belki de daha fazla."
"On adım önde olman kazanacağının kesin olacağı anlamına gelmiyor. Ayrıca sen kendin beni boşayacaksın. İnan bana, bunu kendin isteyeceksin."
"Ne o yoksa bana ihanet etmeyi mi planlıyorsun? Sera ne yaparsan yap gene bana dönmek zorunda kalacaksın. Tıpkı bu sefer olduğu gibi."
Elimi ellerinin arasına aldı. Her kelimesinde kavrayışını daha da güçlendirdi. Konuşurken bir an bile gözlerini gözlerimden ayırmamıştı. Eğer yanlış bir tahminde bulunmuyorsam bakışlarında kararlılığın yanında bariz bir öfke vardı. Sanırım sadece sinirlendiğinde gözlerini bu kadar kısıyordu. Yok, dediğim yanlıştı. Dün daha doğrusu bu sabah kahkaha atarken bir tık daha kısıktı.Kapının tıklatılmasıyla bugün ikinci kez bölünmüş olduk. Merve özür dileyerek içeri girdi. Onun içeri girmesiyle aramızdaki mesafe bir anda sıfırlandı. Her iki anlamda da yani. Hem somurtkan yüzü gülümsemiş hem de yanıma gelip kollarını sırtıma sarmıştı. Arkadan bir elimle elini sırtımdan uzak tutarken bir elimi ise serbest bırakmıştım.
"Evet, abla bir sorun mu var?"
"Abla da dediğine göre kesinlikle bir sorun var."
"Ne demek istiyorsun?"
"Siz dün gece ne yapıyordunuz?"
"Abla gece mece derken utandırma istersen. Her şeyi anlatılmaz. Mahremiyet diye bir şey var herhalde. Üstelik Sera burada benimle iken?" yanaklarım gittikçe kızarınca amacının tam da bu olduğunu fark etmiştim. Ne olursa olsun benim utanmam sayesinde konuyu kapatacaktı.
"Beni kandırmaya çalışma kardeşim. Dün gece pardon bugün sizi sabaha karşı eve girerken gördüm. Şimdi siz mi anlatırsınız yoksa ben kendim mi öğreneyim?"
"Sera, hadi bakalım anlat. Nasıl olsa her türlü anlatacağız. Madem anlatmaya utanıyorsun ben anlatıyorum. Abla Sera kaçtı. Evet, doğru duydun. Kaçtı."
Aman Allah'ım, gerçekleri ablasına söyleyecekti. Hem de şimdi. Böyle kurtulmayı ben bile düşünememiştim.
"Bu eve ayak bastığı ilk gece kaçması için ne yaptın acaba?"
"Aslında sadece onunla biraz oynamak istedim. Ama o beni yanlış anladı. Sanırım en başından yaptıklarımdan dolayı bana kırıldı ve buradan kurtulmak istedi. Sera ben çok üzgünüm, gerçekten. Özür dilerim. Affet beni."
Merve'nin yüzündeki hayal kırıklığı ifadesini görmesem o an her şeyi anlatırdım. Ama anlatmadım çünkü gerçekleri önce Kerem bilmeliydi. Her şeyi kabusum olan bu adamın yanında anlatırsam o da misilleme niyetine Kerem'e anlatırdı. Ve Kerem bunu başkasından değil sadece benden öğrenmeliydi. Bunu ona borçluydum. Eğer benden öğrenirse ondan kurtulmam için bana yardım ederdi. Beni böyle bir adama bırakmazdı. Hem ne olursa olsun bugün bu adama borçlanmış sayılırdım. Ağzımdan çıkan kelimeler doğru sayılırdı.
"Geldiğime göre seni dün için affettim demek oluyor, bu. Merve sonra seninle konuşmak istediğim bir mevzu var. Ama şuan zamanı değil. Olur mu? Şimdi Mert ile baş başa konuşmak istiyorum, izninle."
Merve odadan çıktığında Mert elimi bıraktı. Gözlerimi ondan ayırmak istesem de ne yapacağını merak ediyordum. Eline bir kitap alıp benim uyuduğum tarafa geçti. Az önce olanlardan sonra hiçbir şey olmamış gibi ders çalışmaya gitmesi sinirimi bozdu.
"Nereye gidiyorsun, konuşacağız daha."
O an karar verdim. Bugün bu oyun burada bitecekti. Herkes bugün tüm gerçekleri öğrenecekti. Ama önce anlaşmayı bozmak için Kerem ile konuşmalıydım. Ona her şeyi anlatıp bu saçmalıklardan kurtulmalıydım...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Aşk-ı Kül
Fiction généraleBazen aşk nefreti doğurur ki bu nefret senin hayatının bir parçası olur...