Birkaç Hafta Sonra
Sultan Mehmed Han, aşırı şarap ve et tüketmekten hasta düşmüştü. Öksürmekten bir çare düşmüştü. İnleyerek geziyordu sarayında. Allahın ona verdiği bir lanet miydi bu yoksa? Masum canların bedeli...
Gümüş mücevher işlemeli bastonu ile geziyordu ortalıklarda. Haremden geçerken gözleri ister istemez Kayra'yı arıyordu. Ama Kayra gideli çok olmuştu. Artık Kayra bile onun yüzünü görmek istemiyordu. Ahali, asker, ulema, saray halkı... Herkes sırt çevirmişti. Bir kişi hariç, Simay Sultan...
Simay Sultan ve Aybüke Sultan ortak bir şekilde haremi yönetiyor olsada Simay bu konuda daha deneyimli olduğu için öne çıkıyordu. Aybüke Sultan ise otoritesini güçlü kılmak istiyordu. Simay Sultan epey yaşlanmıştı. Yıllar ondan da pek çok şey alıp götürmüştü. Hak etmediği bir makamdaydı...
Yıllardır bir padişah kızı gibi yaşadı, bir padişah kızı olmamasına rağmen. Atike'nin yerine geçmiş olması onu bir hayli kedere sürüklüyordu. Babası Sultan Murat değil, Mısır Beylerbeyi Hüseyin Paşa idi. Ona ulaşmak istese de bunu yapabileceğini sanmıyordu. Sultan Mehmed Han, Simay'ın içini kavuran bu ateşin farkındaydı. Uzun zamandır yapmadığı bir şeyi yapmak istiyordu, iyilik...
Mısır Beylerbeyi Hüseyin Paşaya birkaç günün ardından payitahttan gelen bir çavuş ile mektup geldi:
"Sultan Mehmed Hanın fermanı şerifidir Hüseyin Paşam."
"Hayırdır inşallah..."
Mektubu avuçlarının arasında sıkıca kavradı. Yıllardır payitahttan tek bir haber dahi gelmemişti. Bu gelen mektup onu bir hayli hayrete düşürmüştü:
"Ben 7 iklimin padişahı Sultan Mehmed Hanın iradesidir. Seni Mısır Beylerbeyliginden azlediyorum Hüseyin Paşa. Yeni makamına Payitahtta gelince karar kılacağım. Tez yola çıkıp payitahtta gelesin."
Meraklanmıştı. Neden onu azlediyordu bu makamdan? Bir kusuru mu olmuştu yoksa? Apar topar dairesinden bir telaşla çıktı. 80 yaşlarında yaşlı yorgun bir hayli akıllı olan bir paşa idi. Kitaplarını ve birkaç parca kıyafeti ile kendine bir yolluk hazırladı. Bahçedeki faytona binerek yola revan olmuştu hemen.
Kayra Sultanın ise padişaha öfkesi dinmiyordu bir türlü. Oğullarının hepsinin ölümünü görmüştü. Dayanacak güç, sabredecek vakti kalmamıştı. Hasta olduğu haberini almıştı. İçi ufacıkda olsa yanıyordu. Nikahlı kocasının haftalardır süren bu rahatsızlığının neyle sonuçlanacağını gayet iyi biliyordu. Ölecekti, bundan şüphesi dahi yoktu. Oğlunun tahta geçeceği günü sayıyordu. Belki o vakit kaybettiği saadeti yeniden bulabilirdi.
Hatice Kalfa, altın ibrik, gümüş tepsi ve ipek havlusu ile Kayra Sultanın dairesine girdi:
"Sultanım... Sabahı şerifleriniz hayrolsun..."
"Hayır mı şer mi bilemiyorum artık Hatice. Sultan Mehmed Han ölümcül bir hastalığın pençesinde... Bayezid tahta çıkacak şüphesiz. Lakin buna hazır mıyım bilmiyorum..."
"Yıllardır arzuladığınız günler geldi çattı. Nihayet oğlunuz Şehzademiz Bayezid tahta çıkacak."
"Bayezid babasının gölgesi Hatice. Yeniden kan deryasına bulanmaktan, acı çekmekten korkuyorum."
"Her ne olursa olsun o sizin ilk göz ağrınız oğlunuz sultanım. Sizde o sarayın Valide Sultanısınız. Siz kazandınız sultanım... Taht, güç, kudret sizindir."
Bu sözler ikna etmişti Kayra Sultanı. Geçen zamanın ardından payitahtta tüm gücü ve ihtişamı ile geri dönmek istiyordu. Artık tek güç onundu. Yıllardır ilmek ilmek ördüğü o muhteşem güç onundu artık:
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Tahtın Sultanı ~1 |TAMAMLANDI|
Historische RomaneOsmanlı'nın en keskin döneminde savaş entrika dolu duygusal bir macera... "Bu savaşta ya iktidar olacaksın ya da güç. Seni seçiyorum hatun. Bu sıradan bir seçim değil, zira cihanın bir diğer sahibi sen olabilirsin. Sadakatini gösterirsen elbette. Al...