4: Welcome To My Prison

10.6K 1K 346
                                    

Eve vardığımızda gerçekten uyuyakalmıştım, ama çiftliğin çakıllı giriş yolu ve ani dönüş sebebiyle uyanmıştım. Açık duran demir bahçe kapısından geçerken doğrulup belirgin yıldızlara baktım. Jungkook eline aldığı kumandaya bastığında arkamızdan açık kapı aşağı doğru inip kapanmıştı; kapının üstünde yatık bir 'K' harfi duruyordu.

İç çektim ve camdan, yıllardır görmediğim topraklara baktım. Karanlıktan seçebildiğim kadarıyla hiçbir şey değişmemişti. Tam karşımızda dinlenmekte olan bir aslan gibi olan evimiz vardı. Jungkook arabayı, annemin neredeyse hiç kullanmadığı daire biçimindeki alanda duran Volvo'sunun yanına park etti. Arabadan indiğimde gözüm Jungkook'un, babamın diğer üç adamıyla kaldığı konuk evine takıldı, ışıklar sönüktü.

Ayağımın altındaki çakıllar ses çıkartırken, arabaların kimlerin olduğunu bulmaya çalışıyordum. Yıllardır burda olmadığım için bu biraz zordu ama tahmin edebilirdim. Siyah ve ışıklar altında parlayan Porsche, Baekhyun'un olabilirdi. Hiç kimse onun kadar gösterişli olamazdı, eve isteği dışında hiç gelmeyen Ryan hariç. Ben on üç yaşımdayken evden ayrılmıştı ve bir daha hiç gelmemişti.

Hiç şüphesiz Ethan, üstü açılır olanı kullanıyordu. Ön koltuğun altındaki fast food kağıtları ve çöplerde bana ipucu vermişti. İçide dışı kadar tozlu olan Dodge Rum, Owen'ındı. Çok fazla eskiydi, ki zaten Owen'da kovboy ruhu vardı, kamyon bile kullanabilirdi.

Jungkook beni içeri yöneltti. Hole girince eski alışkanlıkla dönüp mutfağa baktım, boş ve karanlık görünce şaşırdım. Hmm, genelde bütün oğlanlar gece yarısı burda toplanır dedikodu yapar, tıkınırdık.

Jungkook, sanki unutmuşum gibi yolu göstererek, "Git ve ofiste bekle," dedi. "Babana burada olduğumuzu söyleyeyim." Elbette buna gerek yoktu, arka odalardan birinde fısıldadıklarını duyabiliyordum; eminim onlarda arabanın sesini bir mil öteden duymuşlardı.

Jungkook'a karşı çıkmayı düşündüm ama geçerli bir sebep bulamadım. Gördüğünüz gibi istediğim zaman nazik olabiliyordum, tek sorun bunu pek istemememdi.

Mutfaktan çıkıp, holden yemek odasına yürürken ayaklarım zeminde gıcırdıyordu. Holden geçip babamın pencereleri olmayan, karanlığın tadını çıkardığı cennetine girdim. İçerideki hava babam kokuyordu; deri mobiltalar, cilalanmış tahtalar, pahalı kahve. Sağ tarafımda dikdörtgen şeklindeki kilimin etrafında düzenlenmiş bir oturma bölümü vardı; tekli bir koltuğun karşısında duran kanepe ve ikisine dönük olan babamın ikili koltuğu. Odanın bir köşesinde masif meşeden bir çalışma masası vardı; üzeri kağıtlar, hesap kayıtları, defterler ile doluydu ama düzenli, her biri doksan derece ile mükemmel bir düzgünlük ile duruyordu. Ve daha fazlası...

Arkamda, odanın kapısı gıcırdadı. Cama yansıyan bulanık yüzü tanımaya çalışırken hiç kıpırdamadım. Bana yaklaşırken gıcırdama devam etti, soluksuz bir bekleyiş ve tanıdıklık hissiyle ona gülümsedim. "Hala Rio Grande'deki en güzel kalçalara sahipsin." Derken sıcak nefesini boynumda hissettim ve dudaklarınıda kulak mememde. Ona doğru dönünce kemdimi camla, onun uzun, kaslı, erkeksi vücudunun arasında bulmuştum. Jaebum. Sabun, çamaşır yumuşatıcısı ve et gibi bir şey, belki de sığır jelatini kokuyordu ama bunların altında çok daha fazlası vardı, içgüdülerimi uyandıran, kalbimi deli gibi çarptıran; vahşi ve keskin.

Ona bakmak için başımı biraz yana eğdim; "Daha güzelleri olduğuna eminim." Dedim. Yalnızca konuşmasıyla harcanmaması gereken dudakları iki yana ayrılıp, mükemmel dişlerini göstererek sırıttı. "Nehrin güney tarafına hiç gitmedim ama bahse girerim oradada en iyisi sen olurdun." Jaebum, yüzünü kulağıma doğru yaklaştırdı. Boynumu kokladı, dilinin ucunu değdirerek yukarı çıkarken gözlerimi kapadım. Ürperdim ve kesik kesik soluk almaya başladım; Jaebum boynumu ısırırken kalçasını bana bastırıp inledi.

Vagante | TaekookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin