9: Eight? Ten?

7.1K 726 367
                                    



Jungkook'u görmek için arkamı döndüğümde kapı kapalıydı. Öfkem kabarıyor, onun bu cürretine karşı damarlarımda bir alev misali dolaşıyordu. Mantıklı düşünmekten çok uzak bir halde, sağ elimi yumruk yapıp ona doğru fırladım.

Jungkook, vurmamı engellemek için elini kaldırıp bir adım geriye doğru topalladı. Geç kalmıştı. Yumruğum çenesine isabet etti. Başı geriye doğru sol tarafa savruldu. Ama ben daha ikinci bir darbeyi akıl edemeden iki elimide yakaladı, gözlerinde öfke kıvılcımları parlıyordu.


Ondan kurtulmaya çalıştım ama yumrukları kollarımın etrafına sıkıca kenetlenmişti. Öne doğru bir adım atıp beni kendine çekti. Sonra sol ayağı aniden zemine indi ve acıyla yüzünü buruşturdu.

Acı, Jungkook'un aklını başına getirmişti ve gözleriyle bana odaklandı. Gözleri gözlerime kenetlenmişken öfkesine hakim olmaya çalıştığı anlaşılıyordu. Tekrar kollarımı kurtarmaya çabaladım ama gözlerini kıstı. Sonra beni itti. Sertçe.

Geriye doğru tökezledim ve tekrar yatağa düştüm.

"Tanrı aşkına, sana ne oluyor?" diye bağırdım, yatağın kenarını kavrayıp dengemi sağlamaya çalışırken. Pençelerim devre dışı olduğu için hemen onu yaralayacak kadar keskin sözler düşündüm. "Bir daha bana asla elini sürme." dedim, sakin sesimin altında öfke saklıydı. "Bana dokunma hakkını sen uzun zaman önce kaybettin."

Yüzünde acı belirdi ve bir anlığına içimdeki kötü yanım mutlu oldu. Ama ellerini iki yanında yumruk yaparken ifadesi yeniden öfkeye dönüştü. "Eğer benimle bir problemin varsa bunu bana doğrudan söyle. Yalnız olduğumuzda. Tüm Gurur sürüsünün önünde sinir krizi geçirdiğinde on beş yaşındaydın ama şimdi bir yetişkinsin, o yüzden bir yetişkin gibi davransan iyi edersin."

Eski derin yaraların üstüne daha fazla yara açma hırsıyla hazırlanıp karayola direğine sıkıca tutundum. Dişlerimin arasından onu incitmeye yetecek kadar sert bir şekilde, "Eğer içeride yaşanan şeyin bir sinir krizi olduğunu düşünüyorsan yanılıyorsun." dedim. "Ayrıca Gurur sürüsü sadece dört alfa kurttan oluşmuyor. Eğer farkında değilsen söyleyeyim, burada 'yalnızken' diye bir şey yok. Muhtemelen bizi şuan da dahi dinliyorlar." Kesinlikle dinliyorlardı çünkü kimse konuşmuyordu.

Jungkook derin bir nefes alıp ağırlığını sağlam olan ayağına verdi. Gri bol eşorfmanı hareketlerine göre hareket ediyordu. İrkildiğini görünce şeytani bir zevkle ona bakmaktan kendimi alamadım.

"Çok uzun zaman oldu, Tae." dedi, yüz ifadesinden acı çektiği belli oluyordu. Muhtemelen bunun sadece ayak bileğinden olduğunu düşündüğümü sanıyordu ama çektiği acının bundan daha fazla olduğundan eminim. Bu farklı bir acıydı; daha eski, daha keskin. "Sadece tekrar yakın olmaya çalışıyordum." diye devam etti. "Seninle tekrar iletişim kurmaya çalışıyordum." Eğilip yere baktı, halının üzerine ayak parmaklarını sürtüyordu. "Bir hata yaptım ve özür dilerim."

Gözlerimi kırpıştırdım, hem özür dilemesine hem de konuyu aniden değiştirmesine şaşırmıştım. Mutfaktaki 'sinir krizim' den bahsederken nasıl olurda ormanda yaptığı hataya dayamıştı konuyu?

Başka biri olsa özrünü kabul eder ve hiçbir şey olmamış gibi devam ederdi. Ama ben yaparmıydım? Tabiki hayır. Çünkü ben duygusal bir yaranın kabuğunu kanayacak mı diye koparmadan bırakmazdım. "Benden ne söylememi bekliyorsun, Jungkook? Benimde üzgün olduğumu mu?" Duraksadım. Jungkook hayır anlamında başını salladı. "Güzel,  çünkü üzgün değilim. Beni işaretlemeye hakkın yok. Ben senin değilim. Ben hiç kimsenin değilim."

Vagante | TaekookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin