Gece boyunca deliksiz bir uyku uyumuştum.
Taehyunga gece boyunca utanmadan sıkıca sarılmış, beni usulca sevişini hissetmiştim. Parmaklarının dolandığı yüzüm gevşemiş, çirkin görünüşümü dahi takmayıp ona sokulmuştum. O an kafam çok doluydu ve ben sadece biraz rahatlamak istemiştim. Rahatlamıştım da.
Ama sonrasını, yani sabahı düşünmemiştim.
Yaklaşık yarım saat önce uyanmıştım. Taehyunga hala sarmaş dolaştık. Ellerinden biri belimi kavramış, bir eli de saçlarıma karışmıştı. Yüzüm boyun girintisindeydi ve hala beline sarılmış haldeydim. Bacaklarımız iç içe geçmişti.
Hareket edersem uyanır diye korktuğum için asla hareket etmemiştim. Çünkü uyandığında ne yapacağımı bilmiyordum. Deli gibi utanıyordum ve saçmalamaktan, yanlış bir şey yapmaktan korkuyordum. Bu yüzden onun uyanmasını, şanslıysam yanımdan gitmesini bekleyecektim.
Gerçi nereye kadar kaçabilirdim ki? İki metre ötemde yaşıyordu.
Kıpırdandığını hissettiğimde usulca düzenli bir şekilde nefes alıp vermeye devam etmiştim. Uyuduğumu sanması için her şeyi yapacaktım. Neyse ki deneyimli olduğum bir konuydu.
Yavaş hareketlerle saçlarımı okşamıştı bir süre. Uyuyor olsam asla hissetmeyeceğim tarzdaydı. Sonrasında ise elini çekmiş, üzerime attığı bacağını da çekip biraz geri çekilmişti. Kalp atışlarımı ve yüzümü sabit tutmak için büyük çaba harcıyordum. Uyanık olduğumu anlamasını istemiyordum.
O sırada tekrar kısık sesli hışırtılar duymuştum. Hışırtının sonunu getiren ise nemli dudaklardı. Dudaklarını dudak kıvrımımın biraz üstüne bastırdığında bir an bayılacağımı düşünmüştüm çünkü hafif baskının yanında burnunun ucunu hissediyor, derin nefesler aldığını duyuyordum.
Yavaş gel yiğidim, o nasıl bir öpüştü öyle?
Hızlanan kalbim neyse ki sadece ben hissediyordum. Vücutlarımız ayrıydı sonuçta.
Dudaklarını aynı yavaşlıkta birkaç santim geri çekip birkaç saniye soluklanmıştı. Titrek nefesini nemlendirdiği bölgede hissetmiştim. Gıdıklayıcı his yüzünden vücudumun titrememesi için kendimi kasmam gerekmişti. Kendimi kastığım sırada tamamen geri çekildiğinde ise yakalandığımı sanıp korkmuştum ama sadece yataktan kalkmış ve üzerimi örtmüştü. Rahatladığım sırada o durup beni izlemiş, tamamen benden ayrılmadan önce ise parmakları çenemi okşamıştı.
Yürümeye başladığını duyduğumda ne zaman tuttuğumu bilmediğim nefesimi usulca bırakarak gevşemeye çalışmıştım. Şu an içim kıpır kıpırdı, mutluydum ama utanıyordum da. Hem de çok utanıyordum.
Yaklaşık üç dakika gibi bir sürenin ardından odadan tamamen çıktığında gözlerimi açıp derin bir nefes alıp vermiştim.
Tanrım, hep böyle devam etmeyeceğim değil mi? Bir yola girdiysem bunun sorumluluğunu almalı, ona göre davranmalıydım. Korkaklık yapıp kaçmamın hiçbir anlamı yoktu zaten. O bu kadar rahat olabiliyorsa ben de olabilirdim. Değil mi?
Derin bir nefes verip üzerimdeki yorganı kaldırmıştım. Kendi kendime öğütler vererek banyoya girmiş, işlerimi acele etmeden halledip tekrar odaya geri dönmüştüm. Üzerimdekileri banyo yaptıktan sonra değiştiririm diye düşünüp odadan çıktığımda ev sessizdi. Mutfaktan gelen sesler dışında kısık sesli bir televizyon duymuştum sadece. Mutfaktaki kişi Jin hyung muydu Taehyung muydu bilmiyordum ama düşünmeyi boşvererek mutfağa ilerlemiştim. İçeri girdiğimde gördüğüm yüz istemsizce rahatlamama neden olmuştu.
İyi de Namjoon hyungun mutfakta ne işi vardı?
"Günaydın" demişti beni görünce hafifçe gülümseyerek. Uykulu olduğu belliydi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İdol: taekook
Fanfiction"Kararlarım beni iyi veya kötü yargılamanız için değil, istediğim hayatı yaşamak için varlar" 04.05.2019