- BÖLÜM 1 - GÜNAYDIN ACI

1.7K 44 7
                                    

Sesine alışamadığım yeni bir alarm sesi ısrarla çalmaya devam ederken içimden uyumak için bir sürü hap içtiğim için kendime küfür ettim. İçimde küfürler yankılanırken, sürekli tekrar eden uzun bip sesi sıradanlığından ayrılmış ve neredeyse boş olan odanın içinde yankılanıyordu.

Ellerimden destek alarak kafamı kaldırdım. İlk yapacağım şey şu sinir bozucu alarmı kapatmak olacaktı fakat uyumaya bir uyuşturucu bağımlısı gibi bağımlıydım. Gözlerim yarım açık bir şekilde telefonumu bulmaya çalışırken telefonum yere düştü ve bu kez küfürümü dışarı vurdum. Telefonun sesi kesilsin diye her şeyi yapmaya hazırdım, bu yüzden yüksek bazanın üstünden yere doğru eğildim.

Sızılar...

Ertesi güne bırakılan, ama hala o ilk anki gibi tazecik sızılarım.

Öylesine zevk veriyordu ki şu sıradan yaşamıma. Aslında sıradan demek biraz absürttü benim hayatım için. Sıradan olan diğer insanlardı, ben özel seçilen ve hayatının bok götürmesi için büyük bir çaba sarf edilen biriydim. Herhangi biri, ama kimsenin tanımadığı biri. Kaynar suyun altında kendini düşüncesizce yakabilen, hatta sabah kalkıp sırtı sızladığında bundan psikopatça zevk alabilecek biri.

Tam olarak bunu yaptım, biliyor musun? Hem de hiç suratımı buruşturmadan, hiç dişlerimi sıkmadan.

Ama acımadı.

Duygular her zaman daha fazla acıtır. Fiziksel acı bir iki belki de en fazla bir aya geçebilecek olan bir acı biçimidir ama koskoca bir yaşamda (!) yapayalnız olduğunu bilmenden daha çok acıtamaz. Babasıyla ufacık bir kavga edip kendi kabuğuna çekilen bir ergen olduğumu düşünme sakın. Ben tamamiyle yalnızım. Ne bir annem, ne bir babam, ne bir arkadaşım, ne de varlığından şikayet ettiğim bir kardeşim var. Ah, hayır annem ve babamı trafik kazasında kaybetmedim. Başım da sağ olmasın, onlar hayattalar. Ve maalesef ki yaşamaları, ölmelerinden daha çok pişmanlık doğurucu. Keşke ölmüş olsalardı da, içimdeki bu umut her seferinde rengini değiştirmeseydi, diyorum bazen.

Nihayet kulaklarımı çınlatan uzun melodi sustu ve ben de yerimde doğruldum. Keşke defalarca yere düşse telefonum, keşke defalarca eğilsem. Keşke defalarca acı çeksem...

Çok da garip sayılmaz, değil mi güzel arkadaşım? Bari sen yüzünü buruşturma bunları okurken, bari sen soyutlama beni o güzel hayal dünyandan. Ben zaten belki günler içinde, belki aylar sonra ölecek ve adını kimsenin hatırlamayacağı bir kız olacağım. Cesedimin üstünde böcekler gezinirken, kimsenin hayatında bir yere sahip olmadığımdan bir kez daha öleceğim. Adımı bilen kaç kişi varsa, onlar adımı unutunca ben yine öleceğim, ve yine...

Ben zaten ölmedim mi, diye sordum kendime. Daha neyin sızlanmaları bu... Niye defalarca ölüyorum ki, bu hayatta ölmüşken canımın alınmasına ne gerek var? Belki daha büyük zevk almam gerekiyordur, bu yüzden en iyi yöntem budur... Bilemiyorum işte, zaten bolca boş vaktim var, bunları da bir ara düşünürüm.

Gözlerim artık tam anlamıyla açılmıştı ve kendimi çok iyi hissetmesem de daha dinç olduğumu düşünüyordum. Tüm bu talihsiz veya değil, acı birikintilerini ayaklarımla etrafa sıçrattığımda gözlerim daha çok açılıyordu. Hayatın gerçekleriyle her sabah, daha yakından tanışma fırsatı buluyordum.

Odamın kapısını her zamanki tembelliğimle açtım ve defalarca gözlerimi kırparak sonunda banyoya varabildim. Babamın bu banyoyu kullanmıyor olması benim için büyük bir şanstı doğrusu. Banyonun o basık atmosferi bile beni acıya davet ediyordu. Ve kan kokusu... Etrafa saçılmış boncuk boncuk kan damlaları. Bunlar bir insana verilebilecek en güzel kahvaltıydı belki de. Kaplanlar koca et parçalarını acımasızca ayırırken oradan akan kanlar gibi... Tek fark onların karnı doyuyordu, benimse ruhum.

DEPRESİFHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin