- BÖLÜM 4 - ENDİŞE

510 24 4
                                    

Hayatımda kendim için bile endişelenmeyen ben, kendi canımı acıtırken gözümü bile kırpmadan kesikler atabilen ben, hiç hissetmediğim, hiç düşünmediğim bir duruma düşmüştüm. Anıl için endişelenmiştim. Evet, gördüğüm kesinlikle Anıl'dı. Solgun suratının önüne çıkan kırmızı renk lavabonun köşelerine kadar sıçramıştı. Ağzından dolu dolu dökülen kan birden orda kalacak gibi görünüyor, sonra akıp lavabonun deliğinden yok oluyordu. Ama bu kırmızı rengi silemiyordu. Kalbim ağzımda atarken kirpiklerim kaşlarıma değecek kadar gözlerimi açmıştım. 

Kafasını kaldırıp lavaboyu bürüyen kırmızı rengi suyu açarak uzaklaştırmasını izledim. Yüzüne suyu çarparken koridorun köşesine geldiğimden beri yutkunmadığımı fark ettim. Yutkunduğumda orta dereceli bir acı boğazımdan aşağı indi. Anıl, kapısı açık olan erkekler tuvaletinden çıkarken gözleri bana değdi. Hiçbir şey olmamış gibi fakat arkasında yorgunluk olduğunu sezdiğim bakışlarla baktı. Suratına öyle anlamsız, öyle garip bakıyordum ki… Kaşlarını çatarak bir süre ne yaptığımı izliyormuşçasına beni süzdü. Ama bu birkaç saniyeden uzun sürmedi. Tam ağzımı açacağım sırada, "Defne lütfen, konuşmak istemiyorum." diyerek beni susturdu. 

Sınıfa doğru yürümeye başladığını düşünüp peşinden gittiğimde sınıfa gitmediğini anladım. "Defne, sınıfa git" diyerek beni başından savmaya çalışsa da benim ne kadar inatçı olduğumu ve sınıfa asla gitmeyeceğimi biliyordu. Ya da öyle olması gerekti… İnatçıydım, hatta biri için endişelenmişken, bu duyguyu aniden tatmışken peşini bırakmazdım… Böyle bir durum kişiliğime ters düşüyordu çünkü bunu yüzsüzlük olarak düşünür, asla böyle bir şey yapmayacağıma yemin bile edebilirdim. Ama bana gitmemi söylediği için yalnız kalma şansını çoktan kaybetmişti.

Toplantı odasının kapısına geldiğinde duraksadı, kapıyı açıp kapatmaya çalıştığında kolunun altından geçip kapıyı ellerimin içiyle kapattım. Bir ara sırtım değip, gıdıklayan acıyı hissetmeseydim her şey daha iyi yolabilirdi. Ama böyle çok daha iyiydi belki, eğer yalnız olsaydım…

"Ne var senin sırtında?" diye sordu kaşlarını çatarak. Gözleri suratımın üzerinde on saniye kadar kilitli kaldı. Sonraysa dudaklarını birbirine bastırıp kafasını çevirdi.

Her zamanki soğukluğumu koruyarak “Hiçbir şey," diyerek kestirip attım. O da üstelemedi çünkü tek derdi bana ne söyleyeceğini düşünmekti. Suratıma azarlarcasına bakarken kafamı daha dikleştirip suratına baktım. Bana yalan söylemeyeceğini umuyordum… İçimde bir his her ne kadar onu tanımak için çabada bulunmasam da ona güvenebileceğimi söylüyordu. Çok konuşmazdı aslında içimdeki ses. Ama şimdi ne olduysa içime bir güven aşılıyordu… Bilemiyorum, farklı bir his işte. Daha önce hissetmediğim.

"Sen iyi misin?" diye sordum gözlerine bakarak. İlk başlarda o da gözlerimin içine baksa da 3 saniyeden fazla bakmadı ve hemen gözlerini kaçırdı. Kaçacağını tahmin edebiliyordum. Ama bunu öğrenmek istiyordum, beni endişelendiren şeyin ne olduğunu bilmek istiyordum. Merak da böyle bir şeydi demek ki… Annenin nerede olduğunu merak etmek gibi değil, bu da oldukça farklı bir his.

Arkasını dönüp bir sandalyeyi kendine doğru çekti. Ağır hareketlerle sandalyeye oturup bana baktı. 

"Evet."

Beni can noktamdan vuruyordu. Konuşmamak konusunda hassas olduğumu ve biri bana kısa bir cevap verse asla dönüp suratına bile bakmayacağımı biliyordu. Yani bu ana kadar öyle olmuştu hep. Ama bu kadar kolay pes etmeyecektim. Daha fazla konuşmayacağımı düşündüğünü biliyordum, belki de artık şaşırtmam gerekiyordu. Sonuçta bugün yapmayacağım şeyleri yapmıştım, fazlası bir şeyi değiştirir miydi bilmiyorum…

DEPRESİFHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin