Hiçbir erkek, ölmek üzere olan bir kızı sevmezdi.
Gülümsemeyen, öpüşmeyen, sıcak olmayan kızlar yalnızlığı hak ederdi.
Aklı başında olan hiçbir erkek, kendini feda edip de kendini kesen bir kıza koşulsuz ve karşılıksız yardım etmezdi.
Doğru olan buydu, olması gereken bu muydu peki? Orası meçhuldü.
En nefret ettiğim şeylerden biri de kalabalıktı bugüne kadar. Kalabalık bana hep can sıkıcı olarak görünmüş, insanlardan kaçmak isteğimi kamçılamıştı. Şimdi etrafımda koskocaman bir kalabalık vardı. Onlardan uzaktaydım fakat bu bile boğazıma görünmez ellerin yapışmasını engellemiyordu.
Senelerce evinden çıkmadı bu adam, kim cenazesine gelsin ki, diye düşünmedim desem yalan söylemiş olurum. Etrafımdaki kalabalık, insanların kendi sonlarını bir iki adım ötesinde tabutta görmeleri, siyah kıyafetler...
Çok değil, bir iki hafta öncesine kadar benim olmak istediğim yerdi, öz babamın yattığı rahatsız tahta yığını.
Ne çok isterdim, ölmeyi.
Belki Tanrı bana bir güzellik yapacaktı da, kendime çektirdiğim acıların aksine, ben gülümserken alacaktı canımı. Huzur içinde yatacaktım, suratımda manalı bir gülümsemeyle gömülecektim.
Göz kapaklarımda bile güç yoktu, etrafı sanki bir başkası izliyor da ben de onu izliyormuşum gibi hissediyordum. Anlamsızdı her şey, bir o kadar anlamlı olduğu halde.
Yaşadığım her saniye için beddua ettiğim, ona olan öfkemi bir türlü dindiremediğim adam için düştüğüm hale bir bakın... Ne kadar güçsüzüm, değil mi?
Gözlerimi zorlukla kırpıp kafamı Anıl'a doğru döndürmeye çalıştım. "Gidelim..."
Doğrusu, bunu istiyor muydum istemiyor muydum emin değildim. Henüz bir şey düşünebilecek durumda olduğumu da sanmıyordum. Anıl ufak bir şüphe bile duymadan, "Tamam," dedi ve omzumdaki elini indirip elimi tuttu.
"Kendim yapabilirim." Soğukluktan neredeyse kalıplaşmak üzere olan elimi çekip önümde birleştirdim ve mezarlığın patikasından yavaş adımlarla yürümeye başladım.
"Sahile gidelim, rahatlarsın..."
Zorla attığım adımlarımı yavaşlattım, "Denizin halledebileceği bir şey gibi mi sence, sahiden?"
"Neyin neyi halledebileceği pek belli olmaz." Elini bel boşluğuma koyup yürümemi kolaylaştırdı. Yürüyüşümde öyle büyük tutarsızlık vardı ki, sarhoş gibi yalpalıyordum toprak yolda.
"Doğru," dedim fısıltıyla karışık. "Ama istemiyorum. Bir şeylerin beni rahatlatmasına değil, gerçekleri suratıma çarpmaya ihtiyacım var."
"İstediğin buysa..."
"Bir başkası olsa, iyi olmam için sahile zorla götürebilirdi..." diye konuştum sesimi zorla çıkarmaya çalışarak. Konuşurken bile zorlanıyordum, kısa kelimeler seçmeye çalışıp bitirmeye çalışıyordum ama anlaşılan pek başarılı olamıyordum. "İyiliğimi istemiyor musun yoksa?"
"İstediğin neyse, onu yapacaksın," dedi elini belimden çekip. Bu kez tam yanımdan yürüyordu. "Seni zorla sahile götürmemin bir faydası olmaz, çünkü iyileşmeyi istemezsen ilaçların bir etkisi olmaz."
"Hep doğru mu konuşursun, yoksa bunlar hep bir imaj mı?"
"Yanlış yere gidiyorsun," dedi kolumdan tutup beni kendine çekerken. "Çıkış burada."
"Az daha kendimi gömecektim," diye alay ettim. Gülmedi, komik de değildi zaten. Öylesine şaşmıştı ki dengem, ağzımdan çıkanlara bile hakim olamıyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
DEPRESİF
Gizem / GerilimBen bir renge sahip değilim. Siyah değilim, beyaz değilim, gri bile değilim. Rengimi ne gördüm ne de tahmin etmek için çabaladım. Yalnız saç diplerimden tutulup karanlığa fırlatıldığımı hatırlıyorum. Ha bir de, karanlığın beni yuttuğunu. Sonrasıysa...