- BÖLÜM 3 - İNATÇI KIZ ÇOCUĞU

562 23 0
                                    

"Annem, annenle konuştuğunu söyledi."

Söylediği her kelime suratıma görünmeyen ve hissedilmeyen bir rüzgarın esmesi gibi savrulurken her hücrem hislerimle kavga etmeye başlamıştı. Kaşlarım çoktan çatılmıştı. Bir an bocaladım ve Anıl’ın suratına bomboş bakışlarla baktım. Sevinmemi bekliyordu, onunla konuşmak istediğimi söylememi düşünüyordu. Ama yapmadım, kısa bir süre şaşırmışlıkla beklerken bu süreyi çok uzatmadım.

"Anne mi? Annem, yani benim bir annem var, öyle mi?"

Gözlerini üstümden bir saniye bile ayırmadan dikkatle baktı. Ben gözlerimi kaçırsam da o en ufak bir belirti bile vermiyordu. Sonunda gözlerini havaya dikti ve derin sayılmasa da bir nefes verdi.

"Ondan nefret ettiğini söyleme bana" dedi sitem eder gibi. Ona bakamadım. Sinirden kulaklarım yanıyordu ve bütün olanları hatırlamak içimdeki acıyı çoktan aleve vermişti. Kendimle verdiğim savaşı onun karşısında oturup annemden bir haber almayı beklemekle kazanamazdım. Ellerimle soğuk kantin masasından destek alıp doğruldum. Arkamı dönüp gitmeye yeltendiğimde sıcak ellerin bileğimi kavradığını hissettim. İstemsizce ona doğru döndüm. Konuşmadan, bakışlarımla onu azarladım. Bu zor olmadı ama istediğim sonuca ulaşıp ulaşamadığımdan emin değildim…

"Defne otur." 

Onun sesinden bu uyarıcılığı duymak beni hayrete düşürmüştü. Ne için uğraştığını bilmiyordum ama gidişat iyiyi göstermiyordu. Boşluğa düşüp istemeden de olsa yerime yeniden yerleştim. Sinirlerimin bozulduğunu anlamasını istiyordum ki anlamıştı büyük bir ihtimalle.

"Anlatacağın her neyse benim için bir önemi olmadığını biliyorsun," diye konuştum, ruh halimin yanı sıra fazla sakin çıkan sesimle.

"Sözümü kesmeden dinlersen, sonra kalkıp gidersin. Tamam mı?" diye sorduğunda kafamı sakince aşağı yukarı salladım. Derin bir nefes alıp konuşmaya başladığında söylediklerini umursamama hedefiyle onu dinlemeye başladım.

"Çok zorluyorsun, Defne. Daha üç yıl öncesine kadar anneni bulmak için deliye dönerken ne oldu da bu kadar nefret ettin anlamıyorum. Hep bildiğini okuyorsun, hep susuyorsun. Kafana ne eserse onu yapıyorsun, birden bütün her şeyi yıkıp yeniden değiştirmeye çalışıyorsun. Bir şey yapıyorsun, yaptığın şeyi yasadışı iş yapıyormuş gibi gizli tutuyorsun. Asıl konuya gelecek olursam, annen Türkiye'ye gelmiş ve seninle görüşmek istediğini söylemiş. Babandan çekindiği için eve gelememiş, buraya gelmek istemiş ama ben senin haberin olmadan bir şey yapmak istemedim. Hemen hırçınlaşma, çocukluk yapma. İyi düşün belki de bu şans bir daha önüne gelmeyebilir."

Gözlerim sulanmıştı ama duygusuzluğum gözyaşlarımın akmaması için gardını giymişti. Kalbim, evet kalbim acımıştı. Her zamanki soğuk görüntümü bozmak gibi bir niyetim olmadığından "Pekala," deyip bu defteri kapatmayı ummuştum. Anıl alnını kırıştırarak;

"Ne pekala? Kabul ediyor musun?" diye sorunca sanki bunu sormasını bekliyormuşum gibi  anında yanıtladım. 

"Hayır."

Sıkıntıyla gözlerini başka yöne çevirirken "İnatçı kız çocuğunun tekisin…" diye mırıldandı. Onu beklemeden ayağa kalktım ve hızlı adımlarla tuvalete yürüdüm. Kimse olmamasını fırsat bilip tek damla yaş akmayan gözlerimi silmek için elimi yüzüme götürdüm. Böyle bir durumda ağlanması gerekirdi değil mi? Ben ağlamayalı asırlar geçmiş gibiydi. Ağlamayı özlediğimi bile söyleyebilirdim, ciddi anlamda ağlamayı unutmuştum. Herkes hissetmemeyi isterken, belki sevgilisinden ayrılan genç kızlar ‘Artık hiçbir şey hissedemiyorum,” sitemlerine girerken hissetmemenin gerçekten acı verici olduğunu biliyordum. Belki canım acıyordu şu an, ama ağlayamıyordum. Kısa bir esinti gibiydi bu… Ve bu esintinin kuvvetli kasırgalarla karşılaştırılması gibi… Yüzümü defalarca yıkayıp dizlerimin arasına sıkıştırdığım çantamı omzuma geçirip sınıfa yavaş adımlarla yürüdüm.

Kapıyı açıp gözüm en arkanın bir önünde oturan sıra arkadaşım Simay'a ilişince yanına doğru yürüdüm. Her zamanki sıcakkanlılığıyla beni "Günaydın." diye karşılarken hiçbir mimik oynatmadan "Günaydın." diye karşılık verdim.

Simay en yakın arkadaşım değildi. Benim hiç en yakın arkadaşım olmamıştı aslına bakarsam. Sadece sıra arkadaşımdı ve koca okulda Anıl hariç benimle konuşmaya çalışan, benimle yakın olmak her saniye benden bir işaret bekliyormuş gibi duran biriydi. Keşke… dedim içimden. Keşke iyi biri olsaydım da, onun arkadaşı olabilseydim. Ama hayatımızı biz seçemiyorduk, değil mi?

Arka sıraya baktığımda Anıl'ı görememiştim. İstifimi bozmadan önüme döndüm ve Tarih öğretmenimiz Ertuğrul Hocanın sınıfa girmesini bekledim. Sınıfın gürültülü havasından rahatsız oluyordum, ciddi anlamda şu insanların hepsinden nefret ediyordum. Ama hala, “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın,” modunda olduğumdan hiç kimseyi kendime yaklaştırmamakla kalmıyor, onlarla hiçbir şekilde diyalog kurmuyordum bile. Simay ve Anıl okulda iki kelime de olsa konuştuğum kişilerdi ve onlarla bile doğru düzgün konuşmuyordum.

 Herkes ayağa kalkınca ben yerimden kalkmaya gerek görmemiştim. Benden tek farkı yaşı ve tahsili olan biri için saygı gösterisinde bulunmaya gerek yoktu. Herkes hep bir ağızdan günaydınlaşırken ben ağzımı bile oynatmadan yerimde yayılmıştım bile.

Ertuğrul hoca boynunda asılan gözlüklerini gözlerine takıp sınıf defterini açtı. Yoklama aldığını belli eden sesle "Egemen" dedi. Hafif kalın bir ses "Burdaa" diye bağırdı. Sıra gittikçe Anıl'a yaklaşırken kapı tıklandı ve açılınca nefes nefese kalmış olan Anıl'ı gördüm. "Girebilir miyim hocam?" dedi giderek düzene giren nefesinin arasından. Suratı kıpkırmızı, ayrıca elinde soluk kan lekeleri vardı. Kimsenin fark etmediğine emindim ama ben kanı tanırdım. Her tonunu ezbere bildiğim o sıvıyı nerede, ne şekilde görsem tanırdım.

"Gir oğlum." Duyunca gözlerini yerden ayırmadan sırasına yürüdü. Oturduktan sonra arkamı dönüp "Neyin var?" diye sordum. Ya beni duymamıştı ya da bana sinirlenmişti ve duymazlıktan geliyordu. "Anıl," dedim fısıldayarak. Şu an yaptığım her neyse, bu benim hayat felsefemle kesinlikle örtüşmüyordu. Bu düpedüz bir tuzaktı ya da… Hayır, Anıl’ın tuzak yaptığından bahsetmiyorum, duygularımın bana kurduğu bir komplo bir nevi…

Gözlerimin içine yorgun bir bakış kilitlendiğinde Ertuğrul Hocanın uyarıcı sesini duydum. "Defne önüne dön." Aslında yapmayacağım bir şeyi yeniden yaptım ve Anıl’ın kaşlarını kaldırmasıyla önüme döndüm. Ama hala tam düzene girmemiş nefes alışverişlerini duyuyordum. Arkama bakmayayım diye göz bebeklerimin içine bakarak ders anlatan bir öğretmenim olmasaydı, çoktan arkamı dönüp en itici sesimle Anıl'ı azarlardım.  Veya daha farklı bir şey… Ben bile ne yapacağımı kestiremiyorum işte.

Anıl’ın keskin öksürük sesi sınıfı doldururken arkaya dönme muhabbetine bir son verip arkamı döndüm. Suratı bu kez tamamen kıpkırmızıydı, gözlerinden lavlar fışkırıyormuş gibiydi.

Korktum.

Daha önce hissetmediğim bir şeyi sanırım o an hissettim.

Endişe…

Her öksürüğünün hırıltılı sesi daha çok rahatsız etti. Huzursuzdum. Bu endişelenmekse eğer, Anıl için endişelenmiş olabilirdim. Ben… Ben endişelenmiştim. Yani, sanırım…

Anıl bir anda ayaklanıp öğretmen masasına doğru ilerledi, öksürüklerinin arasından hiçbir şey söyleyemediği için anlayışlı öğretmenimiz (!) ona izin verdikten sonra kafasını yeniden sınıfa çevirdi. Bense o ayağa kalktığı anda peşine düşmüştüm. Ayaklarım benim isteğim dışında koşuyordu, her hareket benim kontrolüm dışında gerçekleşiyordu. Ne arkamdan bağıran Tarih öğretmeni, ne de diğer şeyler… Hiçbiri beni durdurmamıştı. İsteğim dışında da olsa gitmiştim. Onun peşinden.

Koridorda hızla koşarken erkekler tuvaletine girdiğini gördüm. O heyecanla kapıyı kapatmamıştı bile. Ağzının üstüne kapattığı elini çekti ve lavaboya eğildi. Onun yanına gitmek için bir adım atacağım sırada, gözlerimi büyütmüş ve koridorun köşesindeki duvara saklanmıştım.

Onu ciddi anlamda böyle görmeyi beklemiyordum.  Ne bileyim, belki grip olmuştu, belki göğüs hastalığı vardı. Ama bu… Bana bir senaryo kuracağım söylense bu, aklıma gelecek son şey bile olamazdı. Ellerim titrerken gözlerimi kırpmadan onu izliyordum, zor ayakta durmaya çalışan bedeni okulun aşağısı paslı lavabosuna eğilirken ellerimi buz kesmişti ve ben sanırım ilk kez böylesine korkmuştum.

DEPRESİFHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin