18. MAYIS GÜNÜ

734 124 61
                                    

Dışarının kasvetli havasını solumadan birkaç dakika önce Londra'nın diğerlerine göre bir nebze eski olan sokaklarında dolanmanın hayalini kurarken, Ryan Howard'ın resminin asılı olduğu duvara bakıyordum. Her zamankinden daha bir değişik görünüyordu duvar, birazcık mavi... Ve o mavi yok oluyor sonra tekrar yerini buluyordu. Ambulans sesini duyduktan sonra not kağıtlarının bulunduğu masamdan kalkıp perdeyi araladım. Aşağıda olup bitenleri tam anlamıyla göremediğim için pencerenin kilidini açıp camı yukarı kaldırdığımda nihayet o kasvetli hava ciğerlerime nüfuz etmişti. James Monroe Park'ın hemen sağ tarafında bulunan caddede birkaç polis arabası da vardı ve etrafta oluşan yoğunluk giderek artıyordu. 'Sıradan bir gün nihayetinde' diye düşünmem içimi rahatlatmaya yetmiyordu çünkü bir şeyler vardı, içimde beni rahatsız edip duran bir şeyler. Mayıs ayının bu kadar kasvetli olmasında bir sebep olmalıydı.

Gözlerimi gökyüzüne çevirdiğimde yıldızların o kadar da parlak olmadığını gördüm, Ay'a baktım, baktım ama çok boş bir bakıştı. Genelde dolu dolu bakardım ona. Küçükken beni takip ettiğini ne çabuk unutmuşum, o benim en yakın arkadaşımdı. Küçük Peter'ın eski komşularından hatıra kalan Dog'u saymazsak tabi. O'na Dog ismini vermiştik çünkü sahiplerinin ne isim taktıklarını bilmiyorduk, yangında ölen bir çift ve küçük bir kız çocuğu... Hatta ilk başta köpeğin onlara ait olduğunu bile bilmiyorduk. Kalıntılardan bir köpek besledikleri anlaşılınca onu sahiplenmek istemişti Peter. Henüz sekiz yaşında, yüzde elli görme engelliydi ama bu ne onu ne de en az onun kadar acı çekmiş Dog için hayatlarını yaşamalarına bir engel değildi. ''Henry! Saat dokuz kırk beş ve en sevdiğimiz dizi başlamak üzere. Acele etsen iyi olur çünkü cipsler bitiyor!'' Gözlerimi devirdim, derin bir nefes aldım ardından, camı aşağı indirip kapıya doğru yöneldim. Durdum. Durdum çünkü masanın üzerinde bir fotoğraf bana çok acıklı bir şekilde bakmıştı. Bu fotoğraf, arkasında hatıra olması için bıraktığım notun hâlâ duruyor olduğundan bile şüphe duyduğum annemin benimle olan dört fotoğrafından sadece biriydi...

''Nihayet gelebildin, bu bölüm efsane olacak!'' O, heyecanını yenemiyordu, bu kadar enerjiyi nereden bulduğuysa ayrı bir konuydu zaten. ''Dizinin en saçma yerlerinde bile olsak bu kadar heyecan kırk altı yaşındaki bir adama göre sence de biraz tuhaf değil mi?'' Kafasını ve kaşlarını kaldırıp bana bir bakış attı ve... Evet, bu bakışı tanıyordum -Benimle dalga mı geçiyorsun?- bakışıydı. ''Hayır seninle elbette dalga geçmiyorum ama...'' Dışarıdan oldukça güçlü bir çığlık sesi yükselmişti. ''Bu da ne?'' diyerek elindeki kumandayı cips tabaklarının olduğu masanın üzerine bıraktı. 

Dudaklarımı hafifçe bükerek cevapladım. ''Bilmiyorum.''

Büyük bir çığlık sesi daha yükselmişti ve bu sefer sanırım polisler de buna dahildi. Hızla koşup yukarı kattaki pencereye çıktım. -Neler oluyor?- diye içimden geçiriyordum, olay biraz uzaktaydı ve göremediğim için huysuzlanmıştım. Kapı sesi duydum. ''Baba!'' kafamı çevirip seslenmiştim, sanırım dışarı çıkmıştı. Tekrar pencereye döndüm ve evet, babamı görmüştüm, olay yerine doğru ilerlemeden önce arkasına dönüp bana seslendi. ''Orada kal, hemen geliyorum.''

''Tamam'' Sesim çok fazla çıkmamıştı, kendim bile zor duymuştum ama dudaklarımı okumuştu. Dizimi sallıyordum. Durum pek ciddi görünmüyordu buradan ta ki bir silah sesi duyana kadar. Gözlerim fal taşı gibi açılmıştı. ''Baba!'' onun için çok korkmuştum. ''Baba!'' Birkaç saniye daha bekledikten sonra üzerime ceketimi almadan hemen aşağı indim, komodinin üstündeki anahtarı alıp kapıyı çektim, ayakkabılarımı evin dışında giymiştim. Olay yerine doğru koşmaya başladım. Nefes nefese kalmıştım. Polis ve ambulansın ışıkları gözüme vuruyordu. Oldukça kalabalık bir grup vardı, bağrışmalar, yer yer kulaklarımı tırmalayan tiz sesler. ''Masum bir adamı vurdu!'' diye bağırıyorlardı. ''O sadece hastaydı!''

''Delirmiş bir hasta! Bana saldırmaya çalıştı!'' diyerek etraftaki kalabalığı dağıtmaya çalışıyordu polis. Omuzların üstünden bir şeyler görmeye çalıştım ama pek başarılı olamadım. Yanlarından sıyrıldım. Yere boylu boyunca uzanan adamın vurulduğu aşikardı. Yaşlı bir adama benziyordu, üzerindeki çiçekçi üniforması tanıdık gelmişti. Onun yerinde babamın olmasını düşünmek bile çok korkunçtu. Olay yerine tıbbi önlükler giymiş bir grup girdi ve yaşlıca adamı sedyeye yatırıp ambulansa yüklemeye koyuldular. Etraftaki vatandaşların sesini neredeyse duymaz olmuştum artık. Kiminin ağzında maske kimininse sadece küçük bir bez parçası vardı. Polis ''Başka ceza isteyen var mı! Defolun gidin evinize, burası olay yeri!'' diye vatandaşları azarlarken ben de yavaştan eve doğru yol almıştım. Soğuk bir rüzgar içime dokunmuştu, bir anda üşümeye başladım. Adımlarımı hızlandırdım. Eve ulaşmama yalnızca yirmi otuz metre mesafesi kalmıştı. Ellerimi ısıtmak için birbirine sürttükten hemen sonra kapı kilidini açmak için elimi cebime uzattığımda kapı açılmıştı, babam karşımda dikilmiş bana bakıyordu.

''Sana orada kalmanı söylemiştim!'' Çok sinirli bir şekilde bakıyordu ve sesini çok yükseltmişti. ''Senin için endişelendim, silah sesini duymadın mı?''

''İçeri geç, bugün halletmem gereken işler var.'' Siniri biraz yatışmıştı ama onu rahatsız eden bir şeylerin olduğunu hissetmiştim. ''Sorun yok.'' dedim başımı sallayarak. Ayakkabılarımı çıkarıp içeri girdim, üst kata doğru yol aldım. Merdivenleri çıkarken gerçekten de yorucu bir gün olduğunu anlamıştım. Her ne kadar alışkanlık edinmemiş olsam da zaman zaman günlük tutardım. Kitaplarımın arasından bir yerlerden bulduğum günlüğümü çıkardım. Kapak fotoğrafı simsiyahtı. Rengini bilerek siyah seçmiştim. Pek umurumda mıydı bilmiyorum ama sayfaları araladım.

''12 Aralık Perşembe

Bu gün oldukça stresli geçti, daha önceden de duymuş olduğum bir virüsün dünyayı bu kadar hızlı bir şekilde saracağını hiç düşünmemiştim. Artık maskesiz sokağa çıkmak yasak, hatta çoğu bölgede yaş sınırlaması bile var. İnanılır gibi değil. Yaz okulu planımsa tamamen boşa gitmiş olacak. Ne yapacağım bilmiyorum, yapmam gereken o kadar çok şey olmasına rağmen burada böylece tıkalı kalıp...''

Kağıdın bir bölümü karalanmış, üzerinde değişik şekiller vardı ve bir parçası yırtılmıştı. Sanırım kriz geçirdiğim günlerden biriydi. Sayfayı çevirdim.

''1 Ocak Çarşamba

Virüsün dünya geneline yayılmasından yaklaşık 3 ay geçti. Komşu eyaletlerde Noel günü için büyük kargaşalar çıktı. Durumun ciddi olduğunu ne zaman anlayacaklar bilmiyorum. Herkes sıradan bir şeymiş gibi davranıyor. Yarın ne olacağını kimse bilmiyorken bu kadar rahat olmaları sinir bozucu!''

Üzerine oturduğum yatağıma uzanarak gerildim ve esnerken ağzımı kapatmayı unuttum. Elimde tuttuğum günlüğü ise bir kenara fırlatıp gözlerimi kapattım.

THE NONETHELESSHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin