KESTANE RENKLİ SAÇLARIYLA ANNEM

277 97 32
                                    

6 AY SONRA

Fırtına öncesi sessizlik yaşıyorduk eski model bir arabanın içinde. Camdan dışarısını izliyordum. Şehrin seslerini kısık da olsa duyuyor ama kargaşasını çok net bir şekilde görebiliyordum. Sonra gözlerime takıldı, birbirini kovalayan kuşlar. Sınıfta gördüğüm o kâbus geldi hemen aklıma. Ardından zihnimde kendiliğinden canlanmaya başladı şehirdeki o felaket: Onlar insanlara saldırıyordu, herkes ne yapacağını bilmeden oradan oraya koşuşturuyordu. Bazıları ne olduğundan bile habersiz evlerinin camlarından anlamsızca sokaklardaki vahşeti izliyordu.

''Virüs'ün beklenmedik bir şekilde mutasyona uğradığı açıklandı, lütfen virüslü kişilerle temastan kaçının, kısa vadede olmadığı düşünülen mutasyonun bulaşıcılık derecesinin çok yüksek olduğu belirtildi. Şu an Alman'ya ile savaş içerisindeyiz. Ordu deniz kıyılarına barikat kuruyor ve savunma hattımızı güçlendirmek adına İsrail'den destek alıyoruz. Amerika'nın özgürlüğe ulaşması adına! Birazdan sizlerle canlı yayına geçeceğiz! New York'dan selamlar! Burada çok büyük kargaşalar var, evlerinizde güvende kalın, Amerika bu savaşı kazanacak! Virüsle mücadelede bize destek vermek istiyorsanız evlerinizden çıkmayın ve...'' Ses bir an kesildi. Dur bir saniye, bu zihnimin bana oynadığı bir oyun değildi, arabadaki radyodan geliyordu bu ses. Öne eğilip radyonun sesini biraz daha açtım, sanırım parazit vardı; ses tam gelmiyordu ''Rica olunur, dikkatli olun. Bu bir anonstur, tekrar ediyorum bu bir anonstur ve asılsız haberlere itibar etmeyin.'' 

Ses bir anlığına kesildi ve tekrar hışırtılı bir şekilde yankılandı ''Tanrı sizi korusun.''

Babamın dönüp bana masum gözlerle baktığını görünce, zihnim acaba bana oyun oynamıyor muydu? Dışarıda gördüklerim gerçek miydi? Endişesiyle camdan dışarı: O kalabalık şehre baktım. Gördüklerim kabusmuş.

''Almanlar mı? Baba?'' diyerek babama döndüm? Ama o sessizliğini koruyordu. Bu yaşananları, arkadaşlarımı, anılarımı düşünürken -peki sonra ne olacak- diye başımı öne eğmiş kendi kendime mırıldanıyordum. Yarım saat kadar sonra arabanın yavaşlayıp biraz yüksek bir yere doğru çıktığını fark ettim. Kafamı kaldırdığımda iki katlı müstakil bir evin önünde durduğumuzu anladım. Ardından babamın tok sesin işittim ''Burada iniyoruz.''

Elly bile şaşırmıştı. İkimiz de babamın suratına -burası neresi- diyen gözlerle bakıyorduk.

Babamın ''Hadi.'' diyerek el frenini çektiği arabanın kapısını açıp dışarı çıktı.

Çantamı sırtlayıp kapıyı açınca karşımda bir köpek belirdi, bir anlığına çok korkmuştum ama bana masum gözlerle baktığını görünce elimle başını okşamak için arabadan indim ve kapıyı kapattım. Çok tatlı bir köpekti. Hafiften esen rüzgâr, kararmaya başlayan gökyüzü ile bütünleşen kahverengi tüylerini okşuyordu. Babam, bagaja koyduğu çantaları sırtlarken Elly kol çantası ile birlikte kapısını kapattığı arabanın önünde babamı bekliyordu. Ardından, geldiğimiz ahşap renkli müstakil eve şöyle bir göz gezdirdim. Babamın sesi ile kalacağımız evin kapısına doğru yürümeye başladık. ''Hadi gelin, sizi eski dostum Stefan ile tanıştırayım.''

Sanki bizi bekliyormuş gibi kapıyı açan, beyaz ve kalın sakallı, saçlarına kır düşmüş bu adam sırıtarak babama bakıyordu. ''Frederick... Eski dostum.'' dedi. Mutlulukla karşılamıştı babam. ''Stefan... Görüşmeyeli uzun zaman oldu eski dostum.'' 

Babamın omzundan tuttu. ''Hadi içeri geçin, size sıcak içecekler ve güzel yemekler hazırladım.'' dedikten sonra Bayan Elly'e döndü. ''Hoş geldiniz.'' dedi ve ardından bana bakarak ''Sen Henry olmalısın?'' dedi.

THE NONETHELESSHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin