SEVGİLİNLE MUTLULUKLAR

108 71 4
                                    

'' 13 Haziran 

Şu ana kadar bir milyondan fazla insan hayatını kaybetti ve henüz hiçbir önlem alınamıyor mu! Jack Miller'ın raporlarını ortaya koymamı mı istiyorsunuz yoksa? Dünya Sağlık Örgütü dediğiniz şey sadece kendi sağlıklarını mı önemsiyorlar! Sizlere soruyorum! Halkıma soruyorum! Kim bütün bunların sorumlusu? Bu politikaya artık dayanamıyorum! Ben istifa dilekçemi yazdım, üzgünüm bu kadar büyük bir yükü tek başıma kaldıracak değilim! Sokaklara çıkın o zaman, pankartlar açıp protestolar yapın! Madem kargaşa istiyorlar, buyurun kargaşa gelsin! Sizin saçma fikirleriniz ve fikirlerinizi süslediğiniz yalan sözcükler! Alın hepsi sizin olsun! Sürtük bir başkan olmak ancak sizlere yaraşır!'' 

New York gazetesinden bir parça günlüğüme yapıştırılmıştı ve üzerine de tarih atmıştım. Virüs yayıldıktan 1 yılı aşkın bir süre sonra böyle bir konuşmanın geçmesi ülke genelinde büyük karışıklıklara neden olmuştu. Fransa'nın başkenti Paris'de Eyfel Kulesi'ni aleve vermişlerdi. Çin'de halk birbiriyle savaşıyordu. Vietnam haberini de almıştım. Yunanlılarla savaşa girip galip çıkan Türkiye hakkında soruşturmalar yapılıyordu Amerika'da. 'Türkiye, Suriye sınırını ihlal etti' diye protesto yapan İsrailliler savaş için hazırlık yapıyordu ki muhtemelen biz de bu savaşın içerisine girecektik. Amerika'ya İstanbul'dan ve Ankara'dan profesörler ve araştırma uzmanları akın ediyordu. Dünya çok karışık bir hal alıyordu. Sanki artık hükümet diye bir şey yoktu. Bir şeyler dönüyordu, çok büyük şeyler oluyordu ve bundan en çok zararlı biz çıkacaktık, bunu biliyordum çünkü neler döndüğü hakkında hiçbir şey bilmiyordum. 

''23 Nisan

Bu ne kadar sapıkça bir zihniyet ha! Siz âdi insanlar! Size insan denmesi bile hakaret! Önce feministlik adı altında yürüttüğünüz bireysellik ilaçları! Kadınlardan istedikleriniz neydi! Durun ben açıklayayım: siz onları sadece kullanmak ve elde etmek istiyordunuz, ama işin içinde görünmeyen en tehlikeli yeri gizlediniz! Verilen ilaçların reçeteleri nerede! İçeriği hakkında bir bilgisi olan var mı? Çıksın ve söylesin ben sadece bunu istiyorum! Fiziksel olarak kadınlara bu denli güç veren ilacın yapılmasının nedeni ne! Bu ilaç değil! Bu resmen bir zehir!''

Virüs yayıldıktan yaklaşık iki buçuk yıl sonra bir bakanın yaptığı konuşmayı yine not etmiştim. Medyada bu gizleniyordu. Hiçbir gazete veya dergide rastlanmıyordu bu yazılara, sadece ortalıkta bir virüsün dolandığını ve dikkatli olmamız gerektiği söyleniyordu. Ben bunları gizli bir internet sitesinden çalıyordum. Okula maskeyle gidip geliyorduk, her şey sıradan ilerliyordu. Virüsün gerçekten öldürücü etkisi yüksekti. Ama zorla okula gidiyorduk, okula gitmediğimiz için para cezası bile geliyordu. Ülke çok karışıyordu. Sanırım 3. dünya savaşına giriş yapıyorduk...

-Henry! diye bağıran babamın sesini duydum.

Yatağımdan doğrulup aynaya baktıktan sonra kapıyı açtım ve merdivenlerden inmeye başladım.

-Seninle konuşmamız gerekiyor. diye seslendi.

-Ne konuda? diye merakla sordum.

Televizyonun karşısında oturuyordu. Yanına gelmem için eliyle işaret etti. Hava karanlıktı ve içerisi loş ışıklarla aydınlatılmıştı. Önündeki masanın üzerinde birkaç şişe viskinin olduğu koltuğa yaslandım.

-Son zamanlarda olanları sen de biliyorsun... Ve gitmemiz gerektiğini de.

Neye uğradığımı şaşırmıştım. 

-Ne! Nereye gitmemiz? Sen...

-Henry. diye sakince baktı bana.

-Ne demek istiyorsun? diye sordum.

-Şehirden ayrılıyoruz. dedi.

Gerçekten bir an saçmalıyor olduğunu ya da şaka yapıyor olduğunu düşünmüştüm. Olanları biliyordum ama bu durum şehirden ayrılmamız için geçerli bir mazeret değildi.

-Üzgünüm seni anlayamadım? diye sordum. Gerçekten anlam veremiyordum çünkü.

-Şehirden ayrılıyoruz. Belki yurt dışı da olabilir.

-Sen bütün bunları bana sormadan mı yaptın? Böyle mi yapıyorduk? Neden hep kendi başına karar veriyorsun? diye gözlerinin içine bakıyordum.

-Henry yapma ama bu...

-Evet yaparım. Buradan gitmek istemediğimi daha önce de söylemiştim. Burası benim evim. diye lafını keserek çıkıştım.

-Evet burası ikimizin de evi. Ama gitmek zorundayız.

-Zorunda değiliz! Burası benim hayatımın sonlanacağı yer olacak! Tamam mı! diye ayağa kalkarak haykırmıştım. Çünkü gitme fikrini daha önce de söylemişti, bu ev konusunda çok hassas olduğumu biliyordu.

-Kapat çeneni! Küçük bir kız çocuğu gibi ağlamak mı istiyorsun? Yapmak istediğin bu mu? derken dudaklarından dökülen her kelime zihnime kazınmıştı resmen.

-Annemin acısını hissetmediğin için senin yerine ben hissediyorumdur belki? derken dişlerimi sıkmıştım, ağlamamak için kendimi zor tutuyordum.

-Annenin acısı mı? Gerçekten mi? 10 yıldır neyin acısı bu ha! 

-Lanet olsun daha ne zaman öldüğünü bile bilmiyorsun! diye haykırdım. Onun için hiç önemi yoktu, çünkü her şeyden çok sevdiği bir sevgilisi vardı. 

-Sevgilinle mutluluklar... diyerek gözlerinin içine baktım. Hiçbir şey söylemedi ve ben de merdivenlerin yolunu tuttum.


THE NONETHELESSHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin