UZUN BİR YOL

121 79 17
                                    

İçeride geçirdiğimiz bir iki günün ardından kapılar nihayet açılmıştı, bulunduğumuz koridoru o canilerden çoktan temizlemiştik. Karanlığın içinde ilerlemeye başladık,  bir üst kata çıkmak için merdivenleri kullandık, herkes çok sessiz ve temkinli görünüyordu, hava aydınlıktı, güneş içeriye parça parça vursa da her yeri gözümüzle görebiliyorduk ve okulda olduğumuzu o zaman anladım. Tavandan yere sarkmış lambaların ışıkları yanıp yanıp sönerken çıkardığı elektrik sesi, kırık dökük duvarlar, yer yer burnuma nüfuz eden dışkı ve ceset kokusu, kısım kısım el izlerinin göründüğü kanla bürünmüş sınıf kapıları ve emanet dolapları, çevreye saçılmış ne olduğunu anlamadığım iç organların yanında dış organlar ve arkamızda kalan sınıfta garip sesler çıkaran bir caniyle tam bir korku tüneli gibiydi koridor.

''Philip...'' kesilmiş kolunu tutmuş bir şekilde seslenmişti Adamson. ''Biraz dayan dostum, az kaldı.'' diye cevapladı koluna girmiş Philip. İlerlemeye devam ettik. Troy'un ayağı o kadar da kötü değildi, ona Derek yardımcı oluyordu. Kendini iyi hissediyordu yani en azından öyle olduğunu düşünüyordum. Etraftan onların sesleri yankılanmaya başladı. ''Şşş...'' kenarda bir tanesi vardı, sırtını duvara yaslamış bir şekilde oturuyordu. Yanından geçmemiz şarttı. Herkes birbirine anlamsız bakışlar atıyordu. ''Tamam.'' diye ağzımı kıpırdattım.

Önce ben geçecektim, gözlerimi kısıp nefes aldım, kulaklarım kalp ritimlerimdeki değişimi duyabiliyordu. Yavaş adımlarla ilerlemeye başladım, hizasına geldiğimde kafasını kaldırdı. Olduğum yerde hareketsiz kaldım, öylece ona bakıyordum, o da bana bakıyordu. Gözlerinin içine odaklanmıştım ama neredeyse hiç siyah leke yoktu. Gözlerinden kafasına giden damarlar şişkindi. Omzumdan arkama baktığımda Troy'un, elindeki baltayı kavradığını gördüm. Sessizce ''Sakın.'' diyerek elimle sus işareti yaptıktan sonra kafamı sağa sola salladım. Bir bana bir de yerdeki o yaratığa bakıyordu. Yaratık kafasını çevirdi, bizim gruba bakıyordu. Sonra ağzını açtı. Bir şeyler söylemeye çalışıyordu sanki.

Ayak seslerini duymadan önce birinin ''Kaçın.'' dediğini duydum. Bu ses Emma'ya aitti. Arkamı dönüp baktığımda birkaç caninin olduğumuz yöne ağır adımlarla geldiğini gördüm, birisinin üstünde basketçi eşofmanları vardı ve diğerinde yırtık pırtık bir takım elbise. 

-Henry git. dedi sessizce Lucas elindeki altıpatlarla birlikte.

Grubun korku içerisinde aldıkları nefesleri duyabiliyordum tıpkı kendi nefesim gibi. Dizlerim titriyordu.

-Henry... derken gruptan birisi çıkış kapısına doğru koşmaya başladı. Bunu fark eden canilerin çığlıklarını duyar duymaz Emma'nın ''Henry koş!'' diye bağırdığını işittim. Sonra ayaklarımın çıkışa doğru birbirini kovaladıklarını hissettim. Bir anlığına bacağıma bir şeyler takılmıştı ve Lucas'ın silahı patlayıverdi. Sadece koşuyordum. Bana yetişmeye çalışıyordu grubun geri kalanı, kapıya hızla koşan çocuk içeriye büyük bir aydınlık girmesini sağlamıştı. Gözlerimi alan ışık yüzünden ayağım takıldı ve yere düştüm. 

Kafamı kaldırdığımda grubun çoğu çıkışa ulaşmıştı. Arkamı dönüp ayaklanmaya çalışırken ayağım kaydı, tekrar düşüyordum ki Lucas kolumdan tutup beni çekiştirince çıkışa yöneldim ve dengem yerini buldu. Koşuyordum, yaptığım tek şey buydu. Kapıya çarpmak için kollarımı hazırladım. Ne kadar hızlı koştuğumu bilmiyordum ama kendimi dışarı attığımda kapının camları patlamıştı. Gözlerim ışığa alışık olmadığından etrafı net göremiyordum ama yerdeki gölgelerin birbirini bütünlediğini fark ettim. Kafamı kaldırdım, biraz bekledikten sonra etrafın sakin olduğunu gördüm.

-Buradan hemen gitmeliyiz!

-Acele edelim!

-Nereye! 

THE NONETHELESSHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin