Kafam o kadar karışık ki....
Ben kimim, ne istiyorum, ne için yaşıyorum sorularına bile bir cevabım yok.
Küçümseniyor muyum?
Seviliyor muyum?
Sessizlik.
Belki de ikisi birden.
Muhafızların birbirlerini ölesiye dövmelerini izlerken bir atın üstündeydim. Sehun'un ardında, bana bıraktığı kızıl bir hız atının. Nerede olduğumu bile bilmiyordum. Yalnızca dövüşen bir grup muhafız, onları yüzlerinde bir sırıtmayla izleyen bir grup şık giyimli adamlar görüyordum. Yine de neden burada olduğumu az çok tahmin ediyordum.
Sadece tahmin.
Hanedanın yakınında bile sayılmazdık. Burasının neresi olduğuna dair en ufak bir fikrim yoktu. Yine de yanımdan geçen her insanın eğilmesiyle benim kim olduğumu bildiklerini anlamıştım.
Ellerim kızıl atın yelesinden ayrılmazken başıma geçirdiğim hem yüzümü hem de vücudumu soğuktan koruyordu.
"Yükseğe!" diye bağırdı, duygusuz kalın bir ses. Büyük, geniş bahçeyi çevreleyen ve en başta tahtın üstünde oturan adama baktım. "Yükselmezsen öleceksin, başın kopacak!"
Adamın dediği oldu. Kopan baş, demir parmaklıkların hemen ardına, önüme yığıldığında bacaklarımı ata iki kez değdirdim ve birkaç adım gerilemesini sağladım. Sivri dişleriyle sırıtan adamın bakışları gözümden kaçmamıştı.
"Kral Han!" Tahtın üstünde oturan duygusuz sesin sahibi ayağa kalkıp bana yaklaşırken çağırısına kulak vermek için başımı az önce önüme yığılan kesik kafadan kaldırdım.
Karşımda reverans yaptığında, boynumu hafifçe bükerek onu cevapladım. Sehun bu sırada yanıma gelmişti bile. "Kim olduğunu bilmiyorum."
Kendini tanıtmak ister gibi eğilirken kaşları muzip bir ifadeyle kalkmıştı. Gözlerim kısa bir an Aias'a dokundu ancak o da karşımdaki adama bakıyordu. "Owein, Roner hanesinden."
"Haneni de tanımıyorum." dedim soğuk bir ifade ile.
Başını sallayarak onayladı. "Sorun değil efendim. Size hanemi tanıtabilirim. İşimizi de aynı zaman da... Lütfen kabul edin, aksi büyük kabalık olur."
"Eh," dedim. "Neyin kabalık olup olmayacağını senden öğrenecek değilim." Attan inerek tam karşısına geçtiğimde gülümsemeye devam etti. "Kendine bir taht kurup, katliam seyreden eşkıya olarak kalacaksın gözümde."
Gülümsemesi büyüdüğünde elini bana uzatmak istedi ancak ben daha geriye çekilemeden Sehun bana uzanan eli geriye çevirdi. Adam bundan hiç şikayetçi olmadı. Parmakları Sehun'un elinin içinden aşağıya kaydı ve elini acısını almak ister gibi birkaç kez salladı. Sehun'un yüzünde ise çelik gibi bir ifade vardı.
"Ölürler, tekrar canlanırlar." dedi gözlerini eline çevirerek. "Çok da önemli bir şey değil."
"Burada ki amaç ne? Daha iyi bir askerlik? Hizmet?" dedim tiksinerek.
"Hayır, suçlarının cezası Kral'ım. Bilmiyor muydunuz? Bu halk günahkârlardan oluşur." Sırıttı. "Ve bir de hüküm giydiren hakimlerden. Roner hanesi, suçlularla ilgilenir. Sabah altı, akşam da altı tane muhafız alırız ve onlara hak ettiklerini veririz."
"Aptal mı bu adamlar? Neden muhafızlar işkence edenlere hizmet ediyorlar?"
"Yanlış anladınız." dedi sakin bir şekilde. "Bize hizmet etmiyorlar. Bize gönderiliyorlar. Affı olmayan suçlular bunlar... Üstelik hizmet karşlığında cezalarının sürelerinin kısalacağını düşünüyorlar." Kaşlarımı çattığımda devam etti. "Cezalarının süreleri belli bile değil... Umut ettiklerine sıkı sıkıya tutunuyorlar, gerçek olmasını diliyorlar. Oysa ki sadece değersiz adamlar ve kadınlardan oluşuyorlar."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
VELNOR /HunHan
FanfictionZamanların en iyisiydi, zamanların en kötüsüydü. Hem akıl çağıydı, hem cahillik. İnanç devriydi. İnandıkları şey ise dönemin yeni Kral'ı Luhan'dı. Galaksinin, Batı Samanyolu'nun bir ucunda, haritası bile çıkarılmamış ücra bir köşede gözlerden uzak...