Kalbim, ölmeyi arzuluyordu. Zihnim, bir adamla bulutlara kaçtı. Bedenim ise bir yaverin kolları arasına sıkıştı. Gökyüzüm vardı ama uçacak kanatlarım yoktu. Doğruldum, bir haftaya yakın bir süre geçmişti bu odada. Henüz yeni yeni kendime gelebiliyordum. Ağzımı bıçak açmıyordu, dilim felç geçiriyordu.
Gün geçtikçe yok oluyordum, bu beni üzüyordu. Zihnim, tuzaktı. Sığınacak hayallerim kalmamıştı. Çünkü hayal çalan bir adamın düşlerine zincirlenmiş, onunla tuzaklara sürüklenmiştim.
Kapı tıklatıldı. Uzun süre olduğu gibi sessizliğime devam ettim. Her gün bu saatte Sehun gelir ve birkaç sayfa okuyup giderdi. Amacı zihin sağlığımı kontrol etmekti, delirmeyeceğime emin olmaya çalışıyordu. Bazen de defter getirir, bir şeyler çizer, mektup okur veya anlatırdı.
Obrian ile arasında hiçbir şey geçmediğini, Obrian'ın o akşam odasına gelmesinin sebebinin gitmek istemesi olduğunu söylemişti. Ona inanmıştım ama o hâlâ neden bu hâlde olduğumu merak ediyordu. Sorguluyor ve üzülüyordu.
Üzmek istemezdim.
Yorganı kaldırıp altına yerleşirken çok kısa bir an gözlerimi kapattım. Tekrar açtığımda, sırtımı göğsüne yaslamış, kolunu karnıma sarmıştı. "Artık sesini duymak istiyorum." diye fısıldadı dudakları kulağımın etrafında dolaşırken. "Hiçbir şey hissedemiyorum, çünkü hissetmiyorsun. Bunu nasıl başarıyorsun bilmiyorum ama gökyüzü de çok sakin. İyi olduğunu duymaya ihtiyacım var."
Cevap vermedim.
Konuşacak bir şey bulamadığımdan mıdır bilinmez, konuşmak geçmiyordu içimden. Böyle sessiz sedasız beklemek istiyordum. Asıl şaşırtıcı olan şey ise, içim bile özgür kalmama izin vermiş gibi, içimdeki büyük savaşları gökyüzüne yansıtamıyordum.
Gökyüzü bir haftadır normal seyrinde ilerliyordu.
"Hep uzaklara dalıp gidiyorsun bazen," dedi daha içli bir sesle. "Çünkü seni mutlu eden, yaşama sevincini veren şey uzakta ve sen hep uzakları özlüyorsun... Asıl garip olan ne biliyor musun Luhan?" İç çekti. "Ben o uzaktaki kişi olmayı hiç bu kadar istememiştim."
Bedenimi sırt üstü çevirip ona alttan alttan baktığımda verdiğim ilk sahici tepki olduğunu fark etmiştim. Donuk bakışlarıma rağmen elimi yüzüne koyup usulca okşadığımda gözlerini kapattı, alnını yanağıma bastırdı.
Dudaklarıma değen dudaklarına, yüzümü biraz daha yaklaştırarak ve dudaklarımı bastırarak karşılık verdim. Bunu beklemediği açıktı, zira bir haftadır elini dahi tutmuyordum. Bir eli boynumun altından geçerken diğeri karnımın üstünden belime kadar sarıldı. Beni kendine çekebildiği kadar çekti ve öpmeye başladı.
Dudakları, dudaklarıma öyle naif dokunuyordu ki, bu adamın ellerinin can aldığını düşünmek imkânsız geliyordu. Burnumun ucunu öptü bir kez ve geriye çekilmeden alnını alnıma yasladı.
Tam o sırada kapı açıldı. Sehun homurdanarak arkasını dönerken kapıya baktım gövdesinin izin verdiği kadarıyla. "Luhan," dedi Aias. Teni bembeyaz kesilmiş, seyrek saçları alnına yapışmıştı. "Kahin efendi'nin hali hâl değil, sürekli sayıklayıp duruyor. Bir aşağıya inseniz olmaz mı?"
Kaşlarımı çatıp yüzünün haline bakarken Sehun başını salladı ve geleceğimizi söyleyip onu gönderdi. Yorganın altından çıktım. Ayaklarım soğuk zemine dokunurken üstümdeki pijamadan kurtulup gömleğimi giydim. Sehun hemen arkamdaydı ama bu sorun edeceğim bir detay değildi.
Altımdaki pijamanın yerinde de siyah bir pantolon geçirdikten sonra diğer eksiklerimi tamamladım ve Sehun'un uzattığı bordo pelerinin kemerini boynuma bağladım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
VELNOR /HunHan
FanficZamanların en iyisiydi, zamanların en kötüsüydü. Hem akıl çağıydı, hem cahillik. İnanç devriydi. İnandıkları şey ise dönemin yeni Kral'ı Luhan'dı. Galaksinin, Batı Samanyolu'nun bir ucunda, haritası bile çıkarılmamış ücra bir köşede gözlerden uzak...