Güneşin acılı vurduğu zamanlar vardı. Yüzümü değil de içimdeki çelişkileri parlatıyordu. Benim güneşim kırmızıydı, Sehun'a aitti ve gözleri çehreme her çevrildiğinde ne kadar sıcak olduğunu anlıyordum. O, bana o kadar iyi davranıyordu ki, hayatım boyunca karşılaştığım herkesin bir şeytan olduğunu düşünmeden edemiyordum.
Bir hafta geçmişti ve şu karnımda olan şeyden hâlâ bir haberi yoktu. Kahin efendiye, bunu Sehun'a hazır olunca ben söylemek istediğimle ilgili uzun bir konuşma yapmıştım. Hiç taraftar olmasa da, kabul etmişti zorlukla.
Diğerleri, konsey üyeleri ve Krallar sarayımızı ziyaret edeceği için özenli bir hazırlık yaparlarken, bana yalnızca üstümü değiştirmek görevi düşmüştü. Bunu yapabilirdim elbette, tabii gözlerim aynanın yansımasından kendime dokunmasaydı.
Aynanın karşısında, gömleğimi yukarıya sıyırmış, parmaklarımı karnımın üstünde dolaştırıyordum. Tahminlerime göre, iki haftadır karnımda bu şeyi taşıyordum ve imkansız olsa da, sanki karnımdaki o şişliği görüyordum. Aslında onu isteyip istemediğimden emin değildim. Henüz büyüdüğümü bile düşünmüyordum. Hayatımın tadını çıkarmak istiyordum, bu saatten sonra kimse Sehun ve beni ayıramazdı.
Birkaç gecedir düşündüğüm tek şey, bu şeyin bize iyi gelmeyeceğiydi. Ondan nasıl kurtulabilirdim? Bunu Kahin efendiye söylersem eğer ilk işi Sehun'a söylemek olurdu bu yüzden cesaret edemiyordum. Ama bu şeyin de beni zayıf düşürmesine katlanamıyordum.
En azından şimdilik bir bebek istemediğime emindim. Belki daha sonra, olabilirdi ama şu an bunu istemiyordum.
Aslında Sehun'a da, bu kadar sorumsuz davrandığı için kızgındım ama bunu belli etmiyordum.
Kapı sorgusuz sualsiz açıldığında, elimi karnımdan, gözlerimi de aynadan çektim ve gelen kişiye baktım. Sehun, kaşlarını kaldırmış bana bakıyordu. "Neye bakıyorsun?" diye sordu garip garip beni izlerken.
"Sence de kilo almamış mıyım?" diye sordum toparlamak için.
Yanıma geldi, karşıma geçti. Elini tutmam için bana uzatınca, parmaklarımı parmaklarına sardım. Beni etrafımda bir kez çevirip, diğer elini karnıma yasladı ve gülümseyip dudaklarıma bir öpücük kondurdu. "Hayır, çok güzelsin."
Gülerek ittim onu. "Teşekkürler, Kral'ım."
Gözlerini devirdi ama güldüğünü de görmüştüm. "Neden giyinmedin hâlâ? Beğenmedin mi?"
"Beğendim." diye mırıldandım sessizce. Yatağa ilerleyip üstümdeki gömleği çıkarttım ve onun yerine, Sehun'un getirdiği beyaz gömleği geçirdim üstüme. O sırada Sehun hemen arkama geçmiş, kollarını belime sarmıştı.
"Bence hâlâ yeteri kadar zamanımız var." diye fısıldadı kulağıma. Ellerim gömleğimin iplerinde öylece kaldığında gözlerimi yatağın üstüne sabitledim. Neden bahsettiğini anlamamak için aptal olmak gerekiyordu.
"Bence yok." dedim gergin bir sesle gülerek. Ellerinden birisi karnımın üstünden göğsüme çıktığında, dudaklarımdan sesli bir nefes döküldü.
"Ne kadar hassassın." dedi keyifli bir sesle. Beni kendisine çevirip belimdeki elinden destek alarak yavaşça yatağa düşürdüğünde vakit kaybetmeden üstümdeki yerini aldı. Ellerini başımın iki yanına sabitleyip, üstten üstten yüzümü inceledi. "Sadece yarım saat."
"Yarım saatimiz olmayabilir." dedim sessizce. Kahin efendi birlikte olmamızı kesinlikle yasakladığı içindi bu ısrarım. Sanki Sehun'da bunu biliyor gibi inatla üstüme geliyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
VELNOR /HunHan
FanfictionZamanların en iyisiydi, zamanların en kötüsüydü. Hem akıl çağıydı, hem cahillik. İnanç devriydi. İnandıkları şey ise dönemin yeni Kral'ı Luhan'dı. Galaksinin, Batı Samanyolu'nun bir ucunda, haritası bile çıkarılmamış ücra bir köşede gözlerden uzak...