Zaman hızlıydı, belirsizdi. Yalnızca beyazı hediye etmekle kalmıyor, ömrü değiştirecek teklifler de sunuyordu. Ben dahil herkes kanıyordu. Lakin sona yaklaşıldığında, göz yaşı dahi bitmiş oluyordu.
Neredeyim, ne yapıyorum diye sorgularken buluyordum çoğu zaman kendimi. Biri tarafından yönetiliyor gibi hissetmeden de edemiyordum. Boşluğa mı düşüyordum, yoksa boşluktan çıkmaya mı çalışıyordum bilmiyordum. En neticesinde Ayağım kayıyordu. Tırmanırken ya da düşmeden hemen önce.
Atların arasında dolaşırken, atlar sanki geceye saygı duyar gibi boyun eğdi usulca. Gözlerim bu görüntü karşısında duraksarken önünden geçtiğim siyah atın hâlâ başını kaldırmamış olmasına şaşkınlıkla bakakaldım.
Sehun bu ifademe kısık bir sesle güldü. Atın başını okşayıp göz ucuyla beni izlerken kaşlarımı havaya kaldırdım. Seyis bir köşeden bizi izliyordu. Buraya geldiğimizden bu yana tek bir kelime etmemişti.
Simsiyah atın parlak yelesinde gezdirdim parmaklarımı. "Çok güzelsin." dedim hayran hayran onu izlerken.
"Çok aksi." diye bir ekleme yapma gereği duydu Sehun. "Neden bilmiyorum ama buraya geldiğimden bu yana, bir tek bana izin veriyor. Seyis, onun çok hırçın bir at olduğunu söyledi."
Güldüm. "Sen de, kendini görmüştür belki de." diye mırıldandım hemen yanında duran beyaz atıma geçerken. "Sen de zaptedilmesi zor bir adamsın."
"Ama yine de bir tek sen başarıyorsun bunu."
Kurduğu cümlenin yankısıyla ona baktığımda zaten bana bakıyor olduğunu gördüm ve gözlerimi hemen kaçırıp gözlerimin içine bakan atıma baktım. Gülümsememek için yanağımın içini ısırmak zorunda kalmıştım.
"Ellerimi yıkamama yardım eder misin?" diye ricada bulundum. Hiçbir şekilde itiraz etmeden başını sevdiği atından uzaklaşıp samanların arasında duran bir kova suyu yanıma getirdi. Ellerimi öne uzatıp suyu dökmesi için imkan sağladığımda ağır ağır akıttı suyu ve ellerimi yıkadım. "Teşekkür ederim."
"Önemli değil."
Sehun kolumu tutup ikimizi de dışarıya çıkarırken ona uyum sağladım. "Kendinde bir değişiklik hissediyor musun?" diye sordu alakasızca.
Başımı eğerek kollarıma baktım ve tenimi süzdüm. Kendimde bir değişiklik hissetmiyordum. "Farklı hissetmiyorum."
"Bir de benim gözlerimden bak." dedi bileğimi kavramış bir vaziyette ikimizi de ilerletirken.
Adımlarımı duraksatarak elimi bileğimdeki elinin üstüne koydum ve onun da durmasını sağladım. Durdu, döndü ve ben de sordum. "O ne demek şimdi?"
Hafifçe eğilerek yüzünü yüzüme hizaladı ve bana baktı. "Diyorum ki, yaratılmış en güzel şeysin." Gözlerimi kaçırdım. "Neden inanmıyormuş gibisin." Parmakları çeneme dokundu. Siyah gözlerine daldım tekrar. "Ay gibi saçlar, yıldız gibi gözler, pembe dudaklar, hayat adanacak bir gülümseme... Adımı söyleyen bir ses, söylediğinde aydınlığa ulaşan ruhum."
Yanaklarım kızardı. Bu durumdan rahatsız olarak olduğum yerde sallandım ve onun haricinde her yere baktım. "Utandığında da öyle bir bakıyorsun ki, seni alıp canıma koyasım geliyor, canımın içi."
Dudaklarım yukarıya doğru hareketlendi, kirpiklerim gözlerimi örtmek ve söylediklerinin heyecanını saklamak istedi.
Ona bakarken gecenin iyice çöktüğünü, güneşin kaybolduğunu hissediyordum. Gecenin gölgesi çehrelerine düşüyor, gözleri karanlığa karışıyordu. "Seninle sonsuza kadar dans etmek istiyorum." diye devam etti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
VELNOR /HunHan
FanficZamanların en iyisiydi, zamanların en kötüsüydü. Hem akıl çağıydı, hem cahillik. İnanç devriydi. İnandıkları şey ise dönemin yeni Kral'ı Luhan'dı. Galaksinin, Batı Samanyolu'nun bir ucunda, haritası bile çıkarılmamış ücra bir köşede gözlerden uzak...