Oturur pozisyonda hafifçe yayılmıştım. Yerdeydim, sırtım sert parmaklıklara yaslıydı. Etrad karanlıktı ama bedenim yavaş yavaş ayılırken çıtırdayan ateşleri duyabiliyordum.
Yakıcı bir soğuk esiyordu. Bir ormanda olduğumuz belliydi. Gözlerimdeki ağırlık kalktığında, bir kafesin içinde olduğumu fark ettim. Etrafta tanıdık askerler vardı. Ve bir de üniformasının üstünde Antiphates bayrağını taşıyan askerler. Ağaçların sıklığı yaklaşık yüz metrelik bir alanla bölünmüştü, yerler beyaz ve kırmızıyla harmanlanmıştı. Alanın ortasında uzun bir direk, etrafında da ipler vardı. Sanki oraya birileri asılmıştı ancak şu an yoktu.
Yüksekte yanan meşalelerden yayılan ateş maviydi ve asla sönmeyecekmiş gibi harlanmıştı. Ayıldığımı görenler bir süreliğine buraya bakmış, alayla gülümsemiş ve bekçilik yapmaya ya da aralarında gülmeye devam etmişlerdi.
Bir yığın haline gelmiş bedenimi öne kaydırdım. Çizmemin ucuna dokunan metal bir şey fark ettiğimde onun bir kolye olduğunu gördüm. Bunu Sehun vermişti. Onu hemen yerden almak için parmaklarımı oraya uzattım ancak o zaman da gördüm ki ellerime eldiven geçirmişlerdi. Bileklerimde ise fazlaca ağır bir kelepçe takılıydı. Parmaklarımı uzatıp kolyeyi aldım.
Gözlerim kafesin içini taradı. Arkamı görmek için o tarafa baktığımda ise Sehun'u görmüştüm. Ayrı ayrı kafeslerin içindeydik ancak kafesler birleşikti. Kafasını parmaklıklara yaslamış, bir bacağını kendine çekmiş ve bir bacağını ileriye uzatmıştı.
Gözlerim yerdeki aşınmış karların üzerinde iz bırakan kanlara dokundu. O kanları takip edip hedefime ulaştığımda ise tekrar Sehun'u gördüm. Yüzüm seyirdi, nefesimi kaybettim.
Üzerinde gömleği ya da kaftanı yoktu ancak onlarca açık yarası ona kıyafet görevi görmüştü. Teninin rengi bile gözükmüyordu kurumuş kanın renginden. Pantalonu yırtıktı, bacaklarından birisi kırık gibi görünüyordu. Saçları dağınıktı, yüz hatları hâlâ meydan okur gibi sertti ve orada hiçbir zarar yoktu.
Gözleri kapalıydı. Dudakları yüzündeki hiçbir ifadeden ödün vermeden aralandı. "İyiyim."
O an patladım. Demirlere atılarak asıldım, tüm gücümle ona ulaşmaya çalıştım fakat parmaklarım beyaz bir dumanla kaplandı ve kırıldı. Habersiz acıya karşı dondum. Onları umursamadım çünkü bu acının hiçbir şey olduğunu biliyordum.
"Büyülü, aşamazsın." dedi sakince. Ses tonunu normal tutuyordu. Eğer bir enkaz açığı verirse çıldıracağımı biliyor gibiydi. "Bu kadar erken uyanmaman lazımdı. Uyumaya devam et."
"Sehun." diye fısıldadım.
Buna karşı koyamadı, bakışları anında bana kaydı. İsmini söylemem her zaman onun için önemli olmuştu, şimdi de tebessüm ediyordu. Dudaklarını sımsıkı kapatarak bana doğru kaydı ve demirlerin arasından elimi tuttu. Gözlerim üstümdeki kyafetlerde dolaştı. Sehun'un aksine tek bir yumruk bile yemediğime emindim. Hatta öyle ki, buraya özenle taşındığımı düşünecek kadar temizdim.
"Sorun yok, eğer bu sefer beni dinlersen." dedi sessizce. "Gözlerini kapa, uyumana yardım edeceğim."
"Uyumak mı?" Sesim titredi. "Sen bu haldeyken nasıl uyuyabilirim?"
Sesimdeki deli tonlama onu endişelendirdi, doğrulmasını sağladı. Ciddiyet ve temenni dolu bir şekilde konuştu. "Bir şey kaçırmadın. Eğer biraz daha uyursa-"
"Seni öldürebilirlerdi!" diye hırladım. "Ha-haline bak!"
"Yakında yerimiz bulunacak."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
VELNOR /HunHan
FanfictionZamanların en iyisiydi, zamanların en kötüsüydü. Hem akıl çağıydı, hem cahillik. İnanç devriydi. İnandıkları şey ise dönemin yeni Kral'ı Luhan'dı. Galaksinin, Batı Samanyolu'nun bir ucunda, haritası bile çıkarılmamış ücra bir köşede gözlerden uzak...