Sehun'un, gücün baştan çıkarıcılığına karşı bir bağşıklığı olduğunu düşünmüştüm her zaman. Ne kadar da yanılmıştım. O bu evrene bir Kral olmak için gelmişti. Bunun için yaratılmıştı.
Karşısında hâlâ nasıl düşmediğime şaşırırken ayağa kalkıp gözlerine baktım tekrar ve basamağa bir adım attım. Hâlâ gerçekliğimi sorguluyordu. Beyni tıpkı bana olduğu gibi kim bilir kaç kez oyunlar oynamıştı ona.
Basamakları tek tek çıkıp karşısına geçtiğimde, "Luhan," diye fısıldadı duyulmayacak kadar kısık bir sesle. Elini uzattı ve izler olan yüzüme tüy kadar yumuşak bir dokunuş bıraktı. "Sen gerçek misin?"
Bileğindeki Elfrad, Sehun'un yüzüne parmaklarımı uzattığım an boynuma doladı ince bedenini ve süzülerek bileğime kadar kıvrıldı. Bir elimdeki eldiveni çıkarıp yere attıktan sonra tekrar yüzüne dokundum ve sıcaklığını avuçlarımla paylaştım.
O bir Kral'dı. Hiç kimsenin olmadığı kadar bana aitti ve bunun hissiyatını kelimelere dökemezdim. Bu yüzden ilk kez kimseyi umursamadan, görürlerse eğer ne düşünürler diye düşünmeden dudaklarımı dudaklarına bastırdım. Pek sağlam durmayan bedenini kendimle beraber geriye götürdüğümde birkaç kişinin güldüğünü duydum ama kim olduğunu anlamayacak kadar Sehun'laydım.
Onu sarayın kapısına kadar götürmeyi başardım düşürmeden. İçeriye girdiğimiz an, "Biz girmesek iyi olur." dediğini duydum Aias'ın. Ardından seslendi. "Elfrad, sen de gel."
Diğerleri tekrar güldüğünde Sehun yönümüzü değiştirdi, dudaklarımız hâlâ ayrılmamışken bir süre daha geri geri yürüdüm ve bulduğu ilk kapıyı açtı. Burası bir odaydı. Muhtemelen bir muhafızın odasıydı ancak şu an ikimizin de umursayacağı bir detay değildi bu.
Odanın içinde ilerledik birbirimizden ayrılmadan. Onu yatağa ittiğimde, üstüne düştüğüm için dişlerimiz birbirine çarpmıştı ancak bu da bizi durdurmaya yetmedi. Dizlerimin üstüne kalkıp üstümdeki kaftandan kurtuldum ilk iş. Ardından tekrar dudaklarımızı birleştirdim. İlk kez bu kadar cesur olmamı neye bağlamalıydım bilmiyorum ancak uzun zaman olmuştu.
Sehun parmaklarını bacaklarımdan çekip başına götürdü ve tacını yere attı. Oda da şu an nefes seslerimiz ve bir de dudaklarımız birleştikçe çıkan ses vardı. İkimizin de kelimelere ihtiyacı yoktu şu saatten sonra. Sehun'un parmakları bacaklarımda, kalçamda ve belimde dolaştıktan sonra kemeri çözdü. Bu sırada ben de üstündeki gömlekle uğraşıyordum. Büyük bir özen ve dikkatle o gömleğin iplerini çözmeye çalıştım ancak bunda başarılı olamayacağımı anladığımda, gömleğin yakalarına asılıp onu yırttım.
"En sevdiğim gömleğimdi." diye fısıldadı Sehun gülerek. Üstünde doğrulup kendi gömleğimi çıkarttım.
"Artık bir anısı var."
Sehun'un gözleri vücudumdaki her bir izde dolaştı. Bu izlerin bir çoğu Gabriel'e, bir çoğu da askerlerine aitti. Ancak beni en çok rahatsız eden omzumun biraz altında duran S harfi damgasıydı. Ben bunu taşımaktan rahatsız olmuyordum. Beni rahatsız eden şey, Sehun'a hissettireceği şeydi.
Parmağını oraya götüreceği sırada vazgeçip indirince elini tuttum ve izin üstüne bastırdım. "Acımıyor." diye fısıldadım. "Yemin ederim."
Ardından eğildim ve tekrar birleştirdim dudaklarımızı.
(Üzgünüm, Ramazan olduğu için smut yazmadım slxmdoxmfpdmdocodjdo)
🌷
Uyandığımda kendi odamdaydım. Buraya nasıl geldiğim ve kaç saattir uyuduğum hakkında en ufak bir fikrim olmamakla beraber, uyandığımda Sehun yanımda yoktu. Bu yüzden hızlıca üstümü giyinip koridordan geçen ilk kişiye sormuştum yerini ve bana yemek yediklerini söylediği için adımlarımı oraya çevirmiştim.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
VELNOR /HunHan
FanfictionZamanların en iyisiydi, zamanların en kötüsüydü. Hem akıl çağıydı, hem cahillik. İnanç devriydi. İnandıkları şey ise dönemin yeni Kral'ı Luhan'dı. Galaksinin, Batı Samanyolu'nun bir ucunda, haritası bile çıkarılmamış ücra bir köşede gözlerden uzak...