Sizin bir yazarınız var. Ama nasıl uyuşuk nasıl üşengeç anlatamam. Yazmak istiyor ama üşeniyor o yazarınız. Çok özür de diliyor ayrıca.
Her neyse zaten sizi çok beklettim daha fazla bekletmeyeyim buyurun geçin okumaya.
***
Cenazeden bir gün sonra cenaze evinde kuran okutulmaya başlanmıştı. Yeşil, kenarı oymalı ahşap koltuklardan birinde oturuyordum. Buradaki teyzelerin hiçbirini tanımıyordum Perihan teyze hariç. Kuran okunurken herkes hüzünle dinliyordu ama okuma bitince yemekler dağıtılmış herkes sohbete başlamıştı. İşte ben bu durumu hiç sevmiyorum. Birisi vefat etmiş ama herkes karnını doyurmakla meşgul. Cidden çok yanlış bir davranış.
Yanımdaki teyze ara sıra bana bakıp gülümsüyordu. Teyze çok tontiş bir teyzeydi ama sürekli bana dönüp bakması sinirlerimi bozduğu için yüzük olan elimle saçımı düzeltiyormuş gibi yapıp ayağa kalktım. Burada aşırı boğaldığım için Cemil'in yanına gideceğim.
Teyzelerin arasından geçip dışarıya çıktım. Bu soğukta dışarıda nasıl duruyorlardı anlayamıyorum. Umarım hasta olmazlar.
Etrafa göz gezdirirken Cemil'in ve ikizlerin evden baya uzakta olduklarını gördüm. Ellerimle kollarımı sıvazlayarak onlara doğru ilerledim. Hava cidden hem soğuk hem de rüzgârlıydı.
Onlara doğru yaklaştığımı gören ikizler koşturarak yanıma geldiler. Çılgın çocuklar ya.
"Abla burası çok güzel. Bayıldık. Bence siz evlendikten sonra buraya taşınmalısınız. Hatta burada evlenin."
Gözlerimi devirerek Tümer'e baktım. Temiz hava çarpmış bunları.
"Saçmalama Tümer. Hadi siz gidip etrafı gezin." dedikten hemen sonra onları, yokuştan aşağıya koşarken gördüm. Tam olarak koşmak denmezdi yaptıklarına. Bence yardırıyorlardı resmen.
Cemil'e doğru döndüğümde dalgın bir şekilde bana baktığını gördüm. Ellerini cebine sokmuş bana bakıyordu. Bir süre sonra kafasını iki yana sallayarak yanıma geldi. Üzerindeki kaşe montu çıkarıp omuzlarıma bırakınca kızarak ona baktım.
"Ne yapıyorsun Cemil? Üşümüyorum ben."
"Sana ilk ve son kez söylüyorum gülüm. İncecik giyinmeyeceksin. Tamam mı? Hava buz gibi zaten, üşütüp hasta olmanı istemem."
Gözlerimi devirerek ona bakmayı sürdürdüm. Pardon ya. Buraya gelirken valiz getirmedim kusura bakma.
"Ay çok özür dilerim Cemil. Buraya planlı geldik ama ben peşimde kıyafet getirmedim kusuruma bakma."
Gülerek yolun kenarındaki tahta banka oturdu. Ben de yanına oturup kafamı omzuna yasladım. Etraf o kadar güzeldi ki. Ayaklarımızın dibinde çaylıklar yokuş boyunca uzanıyordu. Etrafta cırcır böceklerinin sesi yankılanıyordu. Kısacası çok doğal bir ortam vardı. Hoşuma gitmişti doğrusu.
"Nasılsın Cemil?"
Uzaklara dalıp derin bir nefes alıp verdi. O an bir şey fark ettim. Çenesi mi titriyordu onun? Evet evet. Çenesi titriyor. İnanamıyorum Cemil sana kıyamam ben ya.
"Nasıl olmalıyım....ne hissetmeliyim....bilmiyorum."
Koluna sarılarak teselli etmeye çalıştım. Sandığımdan daha yaralı olabilirdi belki. Aşk konusunda hiç yüzü gülmemişti ama ailevi konularda hiç bir bilgim yok doğrusu.
"Hissettiklerini anlatmaya çalışmak çok zor biliyorum Cemil ama ben gözlerine bakarak anlayabiliyorum."
Bana dönüp gözlerime baktı. Önce o kara gözleri dolu dolu oldu sonra bir ip misali yanaklarından süzüldü damlalar. Onu böyle görmek....bilemiyorum, içimi acıtmıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SIKINTI YOK (Adamlar-1)
Ficção AdolescenteHayat felsefesi rahatlık olan ve her cümleye olmasa da çoğu olaya "Sıkıntı yok. Hallederiz." diye cevap veren, mahallenin maçosu bir adam. Sürekli evde takılan ve zorunda olmadıkça dışarıya adımını atmayan, Avengers hastası bir kız. --- "Uzaylılar g...